Sesi Kesilen Kadınlardan Hypatia ve
Bir Kadının Aklının Bastırılışı
“Kadın filozof neden yok?” sorusu,
aslında kadınların düşünsel üretim potansiyelini değil, onların tarih boyunca
görmezden gelinmesini ve sistematik biçimde dışlanmasını açığa çıkarır.
Entelektüel tarih erkek sesinin tek ses olduğu bir koroya benzetilebilir.
Kadınlar bu koronun dışında tutulmuş, söyledikleri duyulmamış ya da seslerin yankılanmalarına
izin verilmemiştir.
Antik dönemlerden günümüze,
kadınların bilim, sanat ve felsefeye katkıları ya görünmez kılınmış ya da
önemsizleştirilmiştir. Bilgi üretimi hem fiziksel ve hem de kültürel, kurumsal ve zihinsel engellerle erkek tekelinde tutulmuştur. Bu sessizliğin
en çarpıcı figürlerinden biri, 4. yüzyılda İskenderiye'de yaşamış olan Hypatia’dır.
Hypatia, yalnızca babası Theon’un
izinden giden bir bilim insanı değil, aynı zamanda özgür düşüncenin,
çok disiplinli eğitimin ve kamusal öğreticiliğin güçlü bir simgesiydi.
Matematikten astronomiye, felsefeden fiziksel ölçüm araçlarının
geliştirilmesine kadar geniş bir yelpazede üretim yapmış, Yeni Platonculuk
içinde özgün yorumlarıyla dikkat çekmişti. Onun katkıları, yazılı eserlerinin
büyük bölümü günümüze ulaşmamış olsa da, öğrencilerinin anlatımlarıyla yaşamaya
devam etti.
Yaşadığı dönem ise düşünceden çok dogmanın
yükseldiği bir dönemdi. Hypatia'nın entelektüel yetkinliği ve dönemin siyasi
figürleriyle kurduğu düşünsel bağlar, onu kıskançlığın ve korkunun hedefi
haline getirdi. Kamusal alandaki varlığı, özellikle de bir kadın olarak
bilgiyle kurduğu güçlü bağ, dini çevreler tarafından tehdit olarak algılandı.
Büyücülükle, sapkınlıkla suçlandı. 415 yılında vahşi bir şekilde linç edilerek
susturuldu.
Bu öldürülüş kadın aklının kamusal alandaki temsilinin katliydi. Hypatia’nın ölümünde onun söylediklerinden çok kadın oluşunun belirleyici olması; felsefenin, bilimin ve aklın erkekleşmiş yapısını gözler önüne serer. Onun bedeni üzerinden verilmek istenen mesaj açıktı: "Bu alana kadın sesi karışamaz.''
Oysa tarih her zaman böyle değildi.
Eski Türk topluluklarında kadın, sadece evin değil, devletin de bir parçasıydı.
"Hatun" unvanı taşıyan kadınlar, kağanla birlikte karar alır, halk
önünde konuşur, elçilerle görüşürdü. Kadının söz hakkı vardı. Bu denge zamanla
bozuldu. Özellikle tekçi dinî yorumlar kadınları kamusal hayattan geriye çekti,
bilgiyle kurdukları ilişkiyi daralttı. Ama yine de kadın aklı tamamıyla yok
edilemedi. Bastırıldı, susturuldu ama hep var oldu.
Mustafa Kemal Atatürk’ün
önderliğinde yapılan devrimler bu sesi yeniden yükseltti. Kadınlara seçme ve
seçilme hakkı tanınması, eğitime erişimin eşitlenmesi, meslek edinme
özgürlüğünün sağlanması; kadın aklının yeniden görünür olmasına, bilgi
üretiminde eşit bir özne olarak varlık göstermesine imkân sundu.
Bugün hâlâ "Kadın filozof
neden yok?" sorusu soruluyorsa, bu geçmişin izlerinin silinmediğini
gösterir. Kadınlar her çağda yazdı, düşündü, tartıştı. Ancak onların
söyledikleri çoğu zaman sistematik biçimde arka plana itildi. Hypatia, bu
karanlığın en yakıcı simgelerinden biridir. Ama aynı zamanda direnişin de
adıdır.
Çünkü bilgi tarihinin duvarlarına
kazınan isimler arasında sadece erkekler yoktur. Kadınlar da vardı. Ama onların
isimleri ya silindi, ya sessizleştirildi ya da sadece ilişkilendikleri erkekler
üzerinden anıldı. Oysaki bilgi yalnızca eril değildir. Kadın aklı da bilgi
üretir, yorumlar, dönüştürür.
Hypatia öldürüldü ama düşünceleri
ölmedi, onun ardından kadın düşünce geleneği doğdu. Artık kadın,
yalnızca bilgiyi tüketen değil, onu inşa eden bir özne olarak buradadır. Bu ses,
artık sadece kadınların değil; tüm insanlığın daha eşit, daha adil ve daha
özgür bir gelecek inşa etmesinin öncüsüdür.