The
Order Filmi: Kanla Yazılan Bir Düzen Masalı
2024 yapımı Düzen (The
Order) filmi, 1980’li yılların başında Amerika Birleşik Devletleri'nde beyaz
üstünlükçü bir militan örgüt olarak ortaya çıkan ve sistemli bir şekilde banka
soygunları, silahlı saldırılar ve bombalı eylemler düzenleyen The Order adlı
örgütün yükselişi ve çöküşü sürecini merkezine alır. Bu örgütün ideolojik
motivasyonlarını ve iç çatışmalarını işlerken, diğer yandan federal güçlerin bu
tehdit karşısında yürüttüğü karmaşık ve gerilim dolu operasyonları anlatan,
gerçek olaylardan esinlenmiş bir politik suç-gerilim filmidir.
Filmde olaylar, Jude
Law’un canlandırdığı Terry Husk adlı FBI ajanının bakış açısından aktarılmakta;
Husk’ın örgütü durdurmaya yönelik çabaları, liderleri Robert Jay Mathews’un
giderek daha radikalleşen ve kontrolden çıkan eylemleri, örgüt içindeki güç
mücadeleleri ve devletin bu yer altı yapılanmasına karşı yürüttüğü mücadele
boyunca yaşanan ahlaki ikilemler detaylı bir şekilde yansıtılmaktadır.
Hikâye boyunca izleyici, kanlı
banka soygunları ve siyasi suikast planlarını; Mathews’un örgütü bir tür ‘‘beyaz
kurtuluş ordusu’’ olarak tanımlaması, üyelerini ölümüne sadakat yemini etmeye
zorlaması ve nihayet federal güçlerin kuşatması altında, kendi kurduğu sistemin
içinde sıkışıp kalmasını da adım adım takip eder. Film, The Order örgütünün bir
suç yapılanması olarak; sistem karşıtı, devlet düşmanı ve beyaz üstünlüğünü
kutsayan bir ideolojik harekete dönüştüğünü ve bu hareketin giderek kendi
içindeki şiddetle de parçalanmaya başladığını çarpıcı bir atmosferle gözler
önüne serer.
The Turner Diaries Kitabı
The Turner Diaries, 1978
yılında William Luther Pierce tarafından Andrew Macdonald takma adıyla kaleme
alınmış ve yayımlandığı günden bu yana Amerika’daki aşırı sağcı ve beyaz
üstünlükçü çevrelerin ideolojik kılavuzu haline gelmiş, nefret ve şiddet
söylemiyle örülü bir romandır; kitap, kurgusal bir beyaz devrimci olan Earl
Turner adlı karakterin günlüğü biçiminde yazılmıştır ve Turner’ın, Amerika’daki
Yahudi egemenliğine ve federal hükümete karşı yürüttüğü silahlı mücadeleyi, bir
tür kutsal savaş olarak anlatır.
Roman boyunca Earl Turner
ve onun yer aldığı militan grup, hayali bir örgüt olan The Organization çatısı
altında hükümet güçlerine, Yahudilere, siyahlara ve sistemin parçası olarak
görülen herkese karşı sistemli bir terör kampanyası yürütmekte; bomba yüklü
araç saldırıları, büyük ölçekli sabotajlar ve Day of the Rope (İpin Günü)
olarak adlandırılan, binlerce siyah ve işbirlikçi beyazın kamusal meydanlarda
toplu olarak asıldığı bir sahneyle doruğa ulaşan bir soykırım hayalini
işlemektedir.
Kitap, sadece kurmaca bir
anlatı olmaktan öte, açıkça şiddeti kutsayan ve bunu bir politik kurtuluş aracı
olarak sunan bir manifestoya dönüşmekte; zamanla The Order gibi örgütler ve
Oklahoma City saldırısını gerçekleştiren Timothy McVeigh gibi bireyler tarafından
doğrudan ilham kaynağı olarak benimsenmiştir. The Turner Diaries’in satır
aralarında bir devletin çöküşü ve beyazların zaferi tahayyülü, şiddetin biricik ve kaçınılmaz kurtuluş yolu olduğu fikri sürekli
işlenmekte ve okuyucularına bir tür eylem çağrısı yapılmaktadır.
Bir
Romanın Silahları: The Turner Diaries ve The Order’ın Kanlı İzleri
Amerika Birleşik
Devletleri'nde 1980’li yıllarda The Order adlı gerçek beyaz üstünlükçü örgütün
gerçekleştirdiği banka soygunları, bombalı saldırılar, suikastlar ve hükümet
karşıtı eylemler doğrudan The Turner Diaries adlı romana ‘‘bağlı bir şekilde
emir-komuta zinciriyle yapılmamış’’ olsa da; bu örgüt üyeleri, kendi
ifadelerinde ve örgütsel belgelerinde bu kitabı bir tür ‘‘ideolojik rehber’’ ve
‘‘esin kaynağı’’ olarak gördüklerini açıkça belirtmişlerdir.
Başka bir deyişle; kitap,
örgüt üyelerinin zihin dünyasını şekillendiren, eylemlerine anlam ve meşruiyet
kazandıran, bir tür ütopya gibi benimsedikleri bir metin olmuştur. The Order
örgütü ve benzeri militan yapılanmalar, bu kitabın şiddeti kutsayan ve devrimci
bir beyaz iktidar hayalini anlatan satırlarından cesaret ve motivasyon almış;
kitabın hayali senaryosunu, kendi eylemlerine ideolojik bir dayanak olarak
kullanmışlardır.
Örneğin: The Turner
Diaries’de anlatılan banka soygunlarıyla sisteme mali darbe indirme, Day of the
Rope gibi düşmanları cezalandırma ve hükümete karşı silahlı direniş hayali; The
Order'ın gerçek hayatta gerçekleştirdiği pek çok eylemin arka planını ideolojik
olarak beslemiştir. Ancak şunu net olarak söylemek gerekir ki, The Turner
Diaries; bir roman biçiminde yazılmıştır ve örgütler bu romanın sunduğu hayali
devrimi kendi gerçek dünyalarına taşımaya çalışmıştır.
Kalemin
İki Yüzü: Barışa Yol Açan ve Nefreti Büyüten Kitaplar
Kitaplar, insan yaşamı
üzerinde son derece güçlü, bazen olumlu bazen de trajik sonuçlara yol
açabilecek bir etki yaratma potansiyeline sahiptir; çünkü kitaplar yalnızca
bilgi aktaran ya da hayal gücünü besleyen metinler olmakla kalmaz, aynı zamanda
bireylerin ve toplumların düşünce dünyasını şekillendirir, değer yargılarını
dönüştürür ve kimi zaman da insanları eyleme geçmeye iten ideolojik ya da
ahlaki birer pusula haline gelir.
The Turner Diaries
örneğinde olduğu gibi, bir kitap kaleme alınırken kurgu ya da ütopya sınırları
içinde tasarlanmış dahi olsa, okurun elinde bir eylem çağrısına ya da bir manifestoya
dönüşebilir; özellikle de şiddeti, nefreti ve ayrımcılığı yücelten metinler,
bireylerin vicdan, empati ve akıl süzgecinden geçmeden dogmatik biçimde
benimsendiğinde, toplumsal barışı tehdit eden, hatta ölümcül sonuçlar doğuran
fikirlerin ve eylemlerin tetikleyicisi olabilir.
Amerika’da 1980’li
yıllarda The Order adlı beyaz üstünlükçü örgütün gerçekleştirdiği banka
soygunları, bombalamalar ve suikastlar; 1995’te Oklahoma City bombalamasını
yapan Timothy McVeigh gibi kişilerin şiddeti kutsayan bu metinden esinlenmesi;
kitapların, özellikle de kötü niyetle yazılmış, nefret ve öfke aşılayan
kitapların, bireysel ve toplumsal ölçekte ne denli yıkıcı olabileceğinin acı
örnekleri arasında yer alır.
Bu bağlamda, kitapların
birer fikir taşıyıcısı ve toplumsal değişimin itici gücü olarak rolü son derece
önemlidir; ancak bu güç, insanlık yararına barışı, eşitliği ve adaleti besleyen
bir araç haline gelebileceği gibi, şiddeti, ayrımcılığı ve nefreti körükleyen
bir silaha da dönüşebilir ve bu nedenle özellikle nefret söylemi içeren,
şiddeti kutsayan metinlerin yayılması ve benimsenmesi, bireysel vicdanın ve toplumların
da ortak sorumluluk alanına girer.
Kitapların insan
yaşamındaki etkisi bu noktada,insanlık tarihindeki iyiyle kötünün, barışla
şiddetin, akıl ve nefretin mücadelesinde hangi fikirlere alan açacağımızı
belirleyen büyük bir sınavdır ve The Turner Diaries gibi örnekler, bu sınavın
sonuçlarının nasıl felaketlere varabileceğini bize gösteren çarpıcı ibret
belgeleri olarak kalır.
Kitapların
Aydınlık Yüzü: Gandhi’nin Barışa Açılan Yolculuğu
Mahatma Gandhi
(1869-1948), Hindistan’ın bağımsızlık mücadelesinin simge ismidir; kitapların
ve fikirlerin insan yaşamını dönüştürme gücüne en güzel örneklerden birini
temsil eden bir düşünce ve eylem insanıdır; zira Gandhi, şiddetsiz direniş
(satyagraha) ve pasif direniş (ahimsa) ilkelerini kendi iç sezgilerinde,
okuduğu eserlerden, üzerinde derinlemesine düşündüğü metinlerden ve tarihin
büyük ahlak filozoflarından besleyerek geliştirmiştir.
Gandhi’nin hayatında
kitapların etkisi son derece büyüktür; onun düşünce dünyasını şekillendiren
başlıca eserler arasında Tolstoy’un Hristiyan ahlakı temelinde şiddetsizliği yücelten eserleri, Gandhi’ye şiddete başvurmadan adalet arayışını sürdürmenin ve ahlaki
üstünlüğü elde etmenin yollarını göstermiş, onun Hindistan’daki mücadelesinde
bir tür manevi rehber olmuştur.
Bunun yanı sıra, John
Ruskin’in eserleri, Gandhi’nin ekonomik ve sosyal adalet anlayışını
derinleştirmiş ve yoksulların, köylülerin, emekçilerin çıkarını savunan bir
yaşam tarzını benimsemesinde etkili olmuştur. Gandhi bu kitapları okuduktan sonra
İngiltere'deki avukatlık kariyerinden vazgeçerek basit ve özverili bir hayata
yönelmiş, köylerde halkla birlikte yaşamış ve sadeliğin erdemini eylemlerine
taşımıştır. Gandhi için kitaplar birer bilgi kaynağı; bizzat iyi eylem
pusulası, vicdani bir muhasebe aracı ve bir toplumun geleceğini inşa edecek
olan ahlaki ilkelerin canlı taşıyıcılarıdır. O, okuduklarını körü körüne kabul
eden biri olmamış; her satırı kendi vicdan süzgecinden geçirerek, özümseyerek
ve dönüştürerek hayata geçirmiştir ve böylece barışı ve adaleti yücelten bir
ideolojiyi dünyaya armağan etmiştir.
Gandhi, kitapların insan
yaşamına ve toplumsal mücadelelere olumlu katkısının en güzel örneklerinden
biridir; onun yaşamı bir insanın eylemlerinin; bir
ulusun kaderini değiştirebileceğini gösterir.
Mustafa
Kemal Atatürk ve Kitapların Aydınlatıcı Gücü
Mustafa Kemal Atatürk,
kitapların dönüştürücü gücüne yürekten inanan ve bunu hem bireysel yaşamına hem
de bir ulusun kaderine yansıtmayı başaran ender liderlerden biridir. Onun
3.500’den fazla eserden oluşan geniş kütüphanesi, kitapların; bir fikir
kaynağı, bir vicdan terazisi ve bir eylem rehberi olduğunu gözler önüne serer.
Atatürk, okuduğu
kitapları, satır altlarını çizerek, kenarlarına notlar alarak, sorgulayarak ve
özümsediği her düşünceyi hayata geçirmenin yollarını arayarak okumuştur. Tarih,
hukuk, felsefe, sosyoloji, siyaset bilimi, ekonomi ve askeri strateji gibi pek
çok alanda kaleme alınmış eserler, onun düşünce dünyasını beslemiş; özellikle Jean-Jacques
Rousseau’nun Toplum Sözleşmesi, Montesquieu’nun Kanunların Ruhu ve Namık
Kemal, Ziya Gökalp gibi aydınların metinleri Atatürk’ün halk egemenliği,
cumhuriyet ve hukuk devleti anlayışının temellerini atmasında ilham kaynağı
olmuştur.
Kitapların Atatürk’ün
hayatındaki yeri, okuma tutkusu ile sınırlı kalmamış; o,
kitaplardan aldığı fikirleri bir ulusun kurtuluş ve yeniden kuruluş
mücadelesine yön vermek için kullanmıştır. Cephede, karargâhta, hatta en zorlu
savaş koşullarında bile kitaplarını yanında taşımış, satır aralarındaki
fikirlerden güç almıştır. Onun yaşamı, kitapların insan aklı ve vicdanı için
bir pusula; halklar içinse aydınlık yarınların kapısını aralayan birer anahtar
olabileceğinin en güzel kanıtıdır.
Kitaplar, insan aklını özgürleştiren ya da zincire vuran gerçek kuvvettir; her kitap bir yol çizer, ya barışın kapılarını açar ya da felaketin haritasını çizer. Satırlarında taşıdığı fikirler bir halkı uyandırabilir ya da bir halkı kör edebilir; birileri kalemiyle umut inşa edebilir ya da kin ve nefretin tohumlarını serpebilir. Kitap, insanlığın vicdanına yazılan bir yemindir, ya kurtuluşun ya da çöküşün ilk adımıdır.