Ömer
Seyfettin’in Muhteri ve Bomba Öykülerinde Bireysel Çöküş, Toplumsal Yüzleşme ve
Fanatizmin Eleştirisi
Ömer Seyfettin’in Muhteri
Adlı Hikâyesi
Öykünün kahramanı
kendisini tutumlu, hesaplı ve erdemli biri olarak tanımlar. Ancak Avrupa’ya
adım atar atmaz bu erdemlerinin aslında ne kadar kırılgan olduğunu gösterir.
Monaco’da lüks, gösteriş ve sahte dostlukların cazibesi karşısında aklı uçup,
gider; iç sesi onu uyarır ama o iç sesini susturur. Bu noktada yazar, bireyin
kendi vicdanını bile isteye bastırarak zaaflarına teslim olmasını eleştirir.
Hikâye, insanın kendi iç sesine karşı körleşmesinin ne denli büyük bir yanılgı
olduğunu vurgular.
Hikâyede yazarın
karşısına çıkan milyoner karakteri, para ile aklın birbirine karıştırılmasının
bir simgesidir. Milyoner, bulduğu basit bir kopça fikrini (fermejüp) bir deha
eseri olarak görür ve parasıyla çevresindekilere bu algıyı dayatır. Yazar,
burada paranın değeriyle aklın değerinin birbirine karıştırılmasını eleştirir;
çünkü kahraman da sonunda bu sahte dehaya hayran kalır ve kendi ilkelerini
unutur.
Hikâye, bireysel bir
çöküşün yanı sıra bir toplumun Batı karşısındaki aşağılık kompleksine de ışık
tutar. Kahraman, Batı'nın şatafatı ve sahte görkemi karşısında kendi kimliğini,
öz saygısını ve değerlerini kaybeder. Yedi yılda biriktirdiği parayı iki günde
harcaması, aslında bir kimliğin ve bir yaşam felsefesinin iflasıdır.
Milyonerin ‘‘Ben dâhiyim!’’
diye haykırışı, yazarın ironisiyle verilmiş bir eleştiridir. Çünkü bulduğu şey
büyük bir icat değildir, basit bir pratik çözümdür, ama bu ona büyük bir
varsıllık kazandırmıştır.
Hikâye, okuyucuya şu soruyu sordurur: Gerçek akıl ve deha, bir kopçayı büyütüp
zengin olmak mıdır; yoksa kendi değerlerine sadık kalmak mıdır?
Hikâye, bireyin kendi
değerlerini kaybettiğinde; onurunu ve ruhunu da kaybedeceğini gösterir. Asıl
trajedi, paranın ve Batı'nın cazibesi uğruna aklın ve vicdanın susturulmasıdır.
Ömer Seyfettin, bu öyküde hem bireysel hem toplumsal bir yüzleşmeye davet eder.
Muhteri: Bir şeyi
arzu eden, isteyen, talip olan, alıcı. Özellikle ticaret dilinde müşteri
anlamında kullanılır. Yani bir mal veya hizmet almak isteyen kimseye muhteri
denir. Ömer Seyfettin’in Muhteri adlı hikayesindeki milyonerin ‘‘Ben muhteriim!’’
diye haykırması ise kelimeye mecaz bir anlam yükler: Kendisini bir şeylerin
taliplisi, bir şeyleri isteyen, arayan ama aslında basit bir kopçayı bulmakla
bunu bir deha zannetmiş, para ve şöhret peşinde bir adam olarak sunar.
Ömer Seyfettin’in Bomba Adlı
Hikâyesi
Ömer Seyfettin’in 1911
yılında kaleme aldığı Bomba adlı öykü, Balkanlar’daki Osmanlı coğrafyasında
yaşanan etnik ve ideolojik çatışmaların bireysel ve toplumsal düzeyde yarattığı
derin trajediyi anlatır. Hikâye, Osmanlı Devleti’nin çözülüş sürecinde
Balkanlar’da milliyetçi hareketlerin ürettiği kör şiddeti ve bu şiddetin masum
insanlar üzerindeki yıkıcı etkisini gözler önüne serer. Bu bağlamda Bomba, hem
bir insanlık dramı hem de fanatizm ve vahşetin ideolojik eleştirisidir.
Öykünün kahramanı Boris,
daha önce komitacı harekete katılmış ama şiddet yöntemlerinden tiksinerek
ayrılmış bir gençtir. Karısı Magda ve doğacak çocuklarıyla birlikte Amerika’ya
göç ederek yeni bir hayat kurmak ister. Ancak bu plan komitacılar tarafından
öğrenilir ve Boris, hain ilan edilerek hedefe konur. Komitacılar gece yarısı
Baba İstoyan’ın evine baskın düzenler. Sekiz yüz lirayı almak ve Boris’i yok
etmek niyetindedirler. Boris, babası ve karısını korumak, durumu yatıştırmak
için komitacılarla konuşmaya gider; ama gidişi dönüşsüz olur. Komitacılar
serveti alır, Magda’yı aşağılar, taciz eder ve Boris’in kesik başını bomba diyerek
geride bırakırlar. Magda, kocasının kanlı başını gördüğünde attığı çığlıkla bir
insanlık trajedisi ve fanatizmin nihai ürünü olan dehşeti haykırır.
Hikâye boyunca Ömer
Seyfettin, karanlık geceyi, uğuldayan rüzgârı, köpek havlamalarını ve ocaktaki
titrek alevleri kullanarak şiddetin yarattığı korku atmosferini ustalıkla
işler. Siyah gecenin içinden gelen komitacılar, ideolojik bir davayı temsil
ettiklerini iddia etseler de, davranışları salt barbarlığa dönüşmüştür.
Magda’nın bedenine ve onuruna yapılan saldırı, insanlık değerlerinin çöküşünün
simgesidir. Öykünün doruk noktasında kesik başın bomba olarak bırakılması,
fanatizmin insana reva gördüğü son hakaret ve en derin vahşet olarak belirir.
Şiddet artık amaçsız ve ölçüsüz bir hal almış, ideoloji bahanesiyle işlenen
cinayetler bireyin hayatını olduğu kadar toplumun vicdanını da yok etmiştir.
Bomba, Ömer Seyfettin’in
Balkanlardaki gözlemlerine dayanan bir belge niteliğinde olmakla birlikte,
evrensel düzeyde fanatizmin ve kör şiddetin insanı hayvandan aşağı bir varlığa
dönüştürdüğünü gösterir. Hikâye, bireysel dramın ötesinde bir toplumun içten
içe çürüyüşünün ve ideolojik kinlerin doğurduğu yıkımın aynasıdır. Magda’nın
elinde tuttuğu Boris’in kanlı başı, aslında insanlığın başsız bırakılmış
onurunun bir simgesidir.