30 Haziran 2025 Pazartesi

Ömer Seyfettin’in Muhteri ve Bomba Öykülerinde Bireysel Çöküş, Toplumsal Yüzleşme ve Fanatizmin Eleştirisi

 



Ömer Seyfettin’in Muhteri ve Bomba Öykülerinde Bireysel Çöküş, Toplumsal Yüzleşme ve Fanatizmin Eleştirisi

Ömer Seyfettin’in Muhteri Adlı Hikâyesi

Öykünün kahramanı kendisini tutumlu, hesaplı ve erdemli biri olarak tanımlar. Ancak Avrupa’ya adım atar atmaz bu erdemlerinin aslında ne kadar kırılgan olduğunu gösterir. Monaco’da lüks, gösteriş ve sahte dostlukların cazibesi karşısında aklı uçup, gider; iç sesi onu uyarır ama o iç sesini susturur. Bu noktada yazar, bireyin kendi vicdanını bile isteye bastırarak zaaflarına teslim olmasını eleştirir.
Hikâye, insanın kendi iç sesine karşı körleşmesinin ne denli büyük bir yanılgı olduğunu vurgular.

Hikâyede yazarın karşısına çıkan milyoner karakteri, para ile aklın birbirine karıştırılmasının bir simgesidir. Milyoner, bulduğu basit bir kopça fikrini (fermejüp) bir deha eseri olarak görür ve parasıyla çevresindekilere bu algıyı dayatır. Yazar, burada paranın değeriyle aklın değerinin birbirine karıştırılmasını eleştirir; çünkü kahraman da sonunda bu sahte dehaya hayran kalır ve kendi ilkelerini unutur.

Hikâye, bireysel bir çöküşün yanı sıra bir toplumun Batı karşısındaki aşağılık kompleksine de ışık tutar. Kahraman, Batı'nın şatafatı ve sahte görkemi karşısında kendi kimliğini, öz saygısını ve değerlerini kaybeder. Yedi yılda biriktirdiği parayı iki günde harcaması, aslında bir kimliğin ve bir yaşam felsefesinin iflasıdır.

Milyonerin ‘‘Ben dâhiyim!’’ diye haykırışı, yazarın ironisiyle verilmiş bir eleştiridir. Çünkü bulduğu şey büyük bir icat değildir, basit bir pratik çözümdür, ama bu ona büyük bir varsıllık kazandırmıştır.
Hikâye, okuyucuya şu soruyu sordurur: Gerçek akıl ve deha, bir kopçayı büyütüp zengin olmak mıdır; yoksa kendi değerlerine sadık kalmak mıdır?

Hikâye, bireyin kendi değerlerini kaybettiğinde; onurunu ve ruhunu da kaybedeceğini gösterir. Asıl trajedi, paranın ve Batı'nın cazibesi uğruna aklın ve vicdanın susturulmasıdır. Ömer Seyfettin, bu öyküde hem bireysel hem toplumsal bir yüzleşmeye davet eder.

Muhteri: Bir şeyi arzu eden, isteyen, talip olan, alıcı. Özellikle ticaret dilinde müşteri anlamında kullanılır. Yani bir mal veya hizmet almak isteyen kimseye muhteri denir. Ömer Seyfettin’in Muhteri adlı hikayesindeki milyonerin ‘‘Ben muhteriim!’’ diye haykırması ise kelimeye mecaz bir anlam yükler: Kendisini bir şeylerin taliplisi, bir şeyleri isteyen, arayan ama aslında basit bir kopçayı bulmakla bunu bir deha zannetmiş, para ve şöhret peşinde bir adam olarak sunar.

 

Ömer Seyfettin’in Bomba Adlı Hikâyesi

Ömer Seyfettin’in 1911 yılında kaleme aldığı Bomba adlı öykü, Balkanlar’daki Osmanlı coğrafyasında yaşanan etnik ve ideolojik çatışmaların bireysel ve toplumsal düzeyde yarattığı derin trajediyi anlatır. Hikâye, Osmanlı Devleti’nin çözülüş sürecinde Balkanlar’da milliyetçi hareketlerin ürettiği kör şiddeti ve bu şiddetin masum insanlar üzerindeki yıkıcı etkisini gözler önüne serer. Bu bağlamda Bomba, hem bir insanlık dramı hem de fanatizm ve vahşetin ideolojik eleştirisidir.

Öykünün kahramanı Boris, daha önce komitacı harekete katılmış ama şiddet yöntemlerinden tiksinerek ayrılmış bir gençtir. Karısı Magda ve doğacak çocuklarıyla birlikte Amerika’ya göç ederek yeni bir hayat kurmak ister. Ancak bu plan komitacılar tarafından öğrenilir ve Boris, hain ilan edilerek hedefe konur. Komitacılar gece yarısı Baba İstoyan’ın evine baskın düzenler. Sekiz yüz lirayı almak ve Boris’i yok etmek niyetindedirler. Boris, babası ve karısını korumak, durumu yatıştırmak için komitacılarla konuşmaya gider; ama gidişi dönüşsüz olur. Komitacılar serveti alır, Magda’yı aşağılar, taciz eder ve Boris’in kesik başını bomba diyerek geride bırakırlar. Magda, kocasının kanlı başını gördüğünde attığı çığlıkla bir insanlık trajedisi ve fanatizmin nihai ürünü olan dehşeti haykırır.

Hikâye boyunca Ömer Seyfettin, karanlık geceyi, uğuldayan rüzgârı, köpek havlamalarını ve ocaktaki titrek alevleri kullanarak şiddetin yarattığı korku atmosferini ustalıkla işler. Siyah gecenin içinden gelen komitacılar, ideolojik bir davayı temsil ettiklerini iddia etseler de, davranışları salt barbarlığa dönüşmüştür. Magda’nın bedenine ve onuruna yapılan saldırı, insanlık değerlerinin çöküşünün simgesidir. Öykünün doruk noktasında kesik başın bomba olarak bırakılması, fanatizmin insana reva gördüğü son hakaret ve en derin vahşet olarak belirir. Şiddet artık amaçsız ve ölçüsüz bir hal almış, ideoloji bahanesiyle işlenen cinayetler bireyin hayatını olduğu kadar toplumun vicdanını da yok etmiştir.

Bomba, Ömer Seyfettin’in Balkanlardaki gözlemlerine dayanan bir belge niteliğinde olmakla birlikte, evrensel düzeyde fanatizmin ve kör şiddetin insanı hayvandan aşağı bir varlığa dönüştürdüğünü gösterir. Hikâye, bireysel dramın ötesinde bir toplumun içten içe çürüyüşünün ve ideolojik kinlerin doğurduğu yıkımın aynasıdır. Magda’nın elinde tuttuğu Boris’in kanlı başı, aslında insanlığın başsız bırakılmış onurunun bir simgesidir.

 


Stendhal’ın Kızıl ve Kara’sında Julien Sorel’in Trajedisi ve Toplumsal İkilemler

Stendhal’ın Kızıl ve Kara ’sında Julien Sorel’in Trajedisi ve Toplumsal İkilemler Stendhal’ın Kızıl ve Kara adlı romanı, 19. yüzyıl Fransız...