kaos etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
kaos etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

26 Ekim 2025 Pazar

İnsan Ruhunun Kıyameti: The Walking Dead Evreninde İyilik ve Kötülüğün Yüzleşmesi

Zombi kıyametinin o kanlı gövdesi üzerinde gezinirken aslında insanın kendi ruhunun kıyametine tanıklık ettiğimizi fark ettiren The Walking Dead evreni, bize her bölümde şunu söyler: “Güvenli şehirlerin ışıkları söndüğünde, uygarlığın sıcak eli omzundan çekildiğinde, geriye hayatın en sarsıcı gerçeği kalır; iyilik diye sakındığın, kötülük diye reddettiğin her şey, karanlıkta kendi rengini bulur.”

Daryl’ın yalnızlığında gördüğümüz, kimseye güvenmeyen o sert adamın kalbinin bir yerlerinde yıllarca susmuş bir sevginin, bir kardeşliğin, bir sadakatin ve en çok da “kabul edilme” özleminin gizlendiğini fark etmek, bize iyiliğin onun elinden alınmış bir hak gibi yıllarca Daryl'dan esirgendiği için mümkün olmadığını gösterir; onun yolculuğu boyunca yüklediği her acı anı, kurduğu her bağ anlam kazanır. Daryl’ın kabuğu açıldıkça ortaya çıkan o yumuşak kalbi, karanlık dünyanın içinde bile ışık varsa bunun ancak iyi bir insanın kalbinde yandığını anlatır.

Negan’ın kanla yazdığı adaletsiz düzeni, başkalarının korkusu üzerine kurulmuş hükmü ve kendine duyduğu aşırı güvenin ardında saklanan o büyük korkuyu gördükçe anlarız ki, bazı kötülükler “kötü olduğu için” değil, korkuyu ve kaybı başka türlü yönetemediği için var olur; bir insanın geçmişinde acıdan örülü bir duvar varsa o duvarı yıkmak bazen en büyük savaş olur ve Negan’ın pişmanlıkla yoğrulan dönüşümü, kötünün özünde de bir iyiliğin kıvılcımı olabileceğini gösterir. Yeter ki birileri o kıvılcımı söndürmek yerine korumayı seçsin, diyerek içimize işler.

Alpha’nın kızını hayatta tutma çabasıyla başlayan ama zamanla sevginin yerini paranoyanın aldığı yolda, insanın sevdiklerini korumak adına karanlığa saplandığında bizzat karanlığın kendisine dönüşebileceğini, iyi niyetin hiçbir zaman sonsuz garantisi olmadığını, koruma içgüdüsünün bazen yok etme içgüdüsüne dönüşebileceğini görür, ürpeririz; çünkü onda gördüğümüz şey yalnızca vahşet değildir, hepimizin içinde bir yerde pusuda bekleyen ve korkunç bir kötülük karşısında dışarı çıkabilecek o karanlık hayvandır.

Carol’un hikâyesi, The Walking Dead’in belki de en saf ama en derinden işleyen devrimidir; çünkü o, başlangıçta şiddetin gölgesinde ezilmiş, eşi tarafından susturulmuş, hayatta kalmayı bile başkasının iznine bağlamış bir kadından, acının içinde güçlenen, kendi karanlığıyla hesaplaşan, gerektiğinde bütün bir dünyayı ateşe verebilecek kadar gözü kara ama aynı zamanda bir çocuğun saçlarını okşarken kalbi titreyen bir savaşçıya dönüşür.

Onun yolculuğunda en çok görünen şey, sevginin bir insanı hem kurtaran hem de yok eden bir güç olabileceğidir; Sophia’yı kaybettiği an yalnızca kızını değil, içindeki masum ve daima bekleyen Carol’ı da gömer, o noktadan sonra her aldığı karar, her attığı adım, “bir daha aynı acıyı yaşamamak için ne gerekiyorsa yapmak” üzerine kurulur ve bu onu zaman zaman kahramanca kararların, bazen de dünyanın en karanlık tercihlerin kapısına getirir.

Carol’un içsel sarsıntıları, insan ruhunun döngüsünü gösterir: Yaralanırsın, kırılırsın, güçlenirsin, güçlendiğini fark edince korkarsın, korktukça daha keskinleşirsin, en sonunda iyiliğini korumak için kötülük yapmayı bile göze alabilecek bir noktada bulursun kendini; Carol bu sınırın üzerinde yürür, düşer, ayağa kalkar, tekrar dener  “iyi olmak her zaman yumuşak olmak demek değildir” cümlesini yaşar.

Daryl ile olan arkadaşlığı ise, kelimelerin yetmediği yerde iki yaralı insanın birbirinin acısını anlamasıdır; Daryl, Carol’un bakışında kendi yalnızlığının bir yansımasını görür, Carol da Daryl’in duruşunda “yanımda biri var” hissinin yeniden filizlenişini; birlikte olduklarında güçleri artar ama asıl güç, birbirlerinin zayıflıklarını kabul edebilmelerindedir. Bazı karakterler dünyayı kurtarır, bazıları dünyayı anlamlandırır; Carol ikisini de yapar. Carol’un attığı her adım, insanın en büyük devriminin içindeki karanlığı yenmeye çalışması olduğunu hatırlatır; bir gün ona ihtiyaç duyan biri olduğunda, tereddüt etmeden kendini savaşa atan o kadın, insanlığın hâlâ nasıl nefes alabildiğinin cevabı gibi durur orada.

Tüm bu karakterler ve onların dönüşen hikâyeleri, iyilik ve kötülüğün sabit birer olgu olmadığını, her insanın içinde bir savaşın durmaksızın sürdüğünü, medeniyetin sadece o savaşı bastıran ince bir perde olduğunu, o perde yırtıldığında herkesin doğduğu o saf çekirdeğe, yani varlığının en ilkel ve en gerçek hâline geri döndüğünü anlatır; bazen o çekirdek ışıldar, bazen zehir salar ve kimse hangi yöne savrulacağını önceden bilemez.

Bu evren bize şu soruyu sürekli hatırlatır: “Dünyanın tüm kuralları çökse, tüm tanımlar silinse, seni senden başka ayakta tutacak kimse kalmasa, sen kim olurdun?”

Belki de The Walking Dead’in en büyük başarısı, zombiler değildir de, insanın kendisidir; çünkü en tehlikeli yaratık, kaybedecek hiçbir şeyi kalmayan, ama içinde hâlâ sevmeyi hatırlayan ya da hatırlamaktan korkan bir insandır ve dizi, bize insanın hem kurtarıcı hem yok edici olabilen bu muazzam ikilemini hissettirir; iyiliğin de kötülüğün de sonuna kadar yaşanabileceği bir dünyanın ortasında, kendi cevabımızı aramaya zorlar.

21 Temmuz 2025 Pazartesi

Kaos’tan Umuda: Tanrıların, Devlerin ve İnsanların Doğuşu / Yunan Mitolojisi

Kaos’tan Umuda: Tanrıların, Devlerin ve İnsanların Doğuşu

Her şeyin başlangıcında ne tanrılar vardı ne de insanlar; ne gökyüzü vardı ne de deniz... Varlık, henüz bir biçim kazanmamıştı. Sadece sonsuz, karanlık, sessiz bir boşluk vardı: Kaos.

Kaos, bir hiçliğin kendisiydi. Ne zaman ki içinden ilk varlıklar filizlendi, evren şekillenmeye başladı. Bu ilk varlıklardan biri Gaia idi, yani Toprak Ana. Gaia kendiliğinden doğdu; bereketli, doğurgan, sabırlı ve güçlüydü. Ardından Tartaros geldi, karanlıklar altı karanlık, dünyanın en derin çukuru. Eros ise onları takip etti; o, yalnızca aşkın değil, aynı zamanda yaratımın, varlıkların birbirine yönelmesinin gücüydü. Onları Erebus (zifiri karanlık) ve Nyx (gece) izledi; geceyle karanlık sarmaş dolaş oldu.

Gaia'nın yüreği bir boşluğu hissetti; göğünü özledi. İçinden Uranos’u, yani gökyüzünü doğurdu. Uranos, Gaia’yı sardı; gökyüzü ve toprak artık birbirine kavuşmuştu. Bu kutsal birleşmeden varlıklar doğmaya başladı: Önce devasa, kudretli Titanlar; sonra tek gözlü Kikloplar ve yüz kollu, elli başlı, korkunç Hekatonkheirler.

Fakat Uranos, doğan bu devlerden korktu. Onları çirkin, ürkütücü ve tehditkâr buldu. Bu yüzden Gaia'nın rahmine hapsetti onları. Gaia, kendi çocuklarına duyduğu sevgiyle öfke arasında sıkıştı. En sonunda öfke galip geldi. En küçük oğlu Kronos’u çağırdı ve ona bir orak verdi. Kronos, annesinin cesaretiyle gökyüzüne yükseldi ve babası Uranos’u hadım etti. Bu, tanrıların kaderini değiştiren ilk devrimdi.

Uranos’un kanı toprağa düştü. O kanlardan Erinyeler (intikam tanrıçaları), Gigantlar (dev savaşçılar) ve Meliai (ağaç perileri) doğdu. Denize düşen erkeklik uzvundan ise köpükler yükseldi ve içlerinden Afrodit doğdu; aşkın, güzelliğin ve arzunun tanrıçası.

Kronos göğün efendisi olmuştu. Kız kardeşi Rhea ile evlendi ve yeni bir neslin babası oldu: Hestia, Demeter, Hera, Hades, Poseidon ve en son olarak Zeus. Ama Kronos’un kalbine babasının laneti sinmişti. Kehanet, onun da kendi çocuklarından biri tarafından tahttan indirileceğini söylüyordu. Bu yüzden her doğan çocuğunu yuttu. Rhea, bu korkunç döngüye son vermeye karar verdi. Son oğlu Zeus’u gizlice Girit adasında sakladı; Kronos’a ise kundaklanmış bir taş vererek onu kandırdı.

Zeus büyüdü. Güçlendi. Babasına baş kaldırdı. Bir iksirle Kronos’un yuttuğu kardeşlerini kusturdu. Artık Olimpos’un genç tanrıları özgürdü. Fakat tahtı almak kolay değildi. Titanlarla tanrılar arasında Titanomachia adlı on yıl süren destansı bir savaş başladı. Evren, iki kudretli neslin çarpışmasıyla sarsıldı. Zeus, Kiklopları serbest bıraktı; onlar ona şimşeği, Poseidon’a üç dişli yabayı, Hades’e görünmezlik miğferini verdiler.

Savaşın sonunda zafer Zeus’un oldu. Titanlar Tartaros’a zincirlerle bağlandı. Böylece Olimpos Tanrıları dönemi başladı. Tanrılar, artık evrenin düzenini kuracaktı.

Zeus göklerin hakimi oldu. Poseidon denizleri aldı, Hades ise yeraltını. Hera evliliğin, Demeter toprağın, Hestia ise ev ocağının tanrıçası oldu. Sonraki nesilde Athena zekâyı, Apollon güneşi ve kehaneti, Artemis ayı ve doğayı, Ares savaşı, Afrodit aşkı, Hermes yolculukları ve hırsızlığı, Hephaistos ise ateşi ve demirciliği simgeledi.

Tanrılar arasında tutkular, kıskançlıklar, aşk ve ihanet eksik olmadı. Ama bir gün sıra insanlara geldi. Prometheus, çamurdan insanı yarattı. Onlar için Tanrılar Dağı’ndan ateşi çaldı. Zeus buna çok öfkelendi. Prometheus’u Kafkas Dağları’na zincirledi. Her gün bir kartal, onun karaciğerini yedi; karaciğeri her gece yeniden büyüdü.

Zeus, insanlara bir ceza daha hazırladı. Kadın güzelliğinde yaratılmış bir tuzaktı bu: Pandora. Ona bir kutu verildi ama o kutunun içindekilerden habersizdi. Kutuyu açtığında hastalık, acı, kıskançlık ve ölüm yeryüzüne yayıldı. Kutunun dibinde ise sadece bir şey kalmıştı: Umut

Böylece tanrıların, devlerin ve insanların efsanesi başlamış oldu. Ve o gün bugündür, insanlar hem tanrılarla hem de kendi içlerindeki karanlıkla savaşarak yaşamaya devam ediyor.

Kara Kentin Kahkahası

Ah Tanrım, ne solgun diye mırıldanırdı papaz acı çekiyor gibi görünen şu kadının kahkahası Çoktan yanıp kül olmuş kara kentin iti kopuğu...