duygusal emek etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
duygusal emek etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

17 Kasım 2025 Pazartesi

Romain Gary (Emile Ajar)’ın Onca Yoksulluk Varken Romanında Momo- Madam Rosa İlişkisinin Toplumsal ve Duygusal Yapısı

 

Madam Rosa, toplum tarafından dışlanmış kadınların çocuklarını bir araya getirdiği küçük evinde yaşayan yaşlı ve yorgun bir karakterdir. Bu çocukların çoğuna para karşılığında bakar; çünkü çocukların anneleri geçimini bedeniyle sağlayan, devletin ve toplumun gözden çıkardığı kadınlardır. Çocuklarını yanlarında tutacak imkâna sahip değildirler. Kimi anneler Rosa’ya düzenli olarak para gönderir, kimileri ise çocuklarını kendi elleriyle bırakıp yine çalışmak zorunda oldukları karanlık bir hayata döner. Rosa, bu dağınık dünyanın içinde çocuklar için hem bir sığınaktır hem de kendi geçmişinin ağırlığıyla baş etmeye çalışan hüzünlü bir ruhtur. Savaştan, Hitler’in zulmünün karanlığından sağ çıkmayı başarmıştır; fakat o yılların izleri bedeninde ve kalbinde hiç geçmeyen bir yara gibi durur.

Momo, sevginin bir karşılığı olabileceğini bilmediği için kendisine bakan tek yetişkini doğal olarak annesi olarak görür; bakımın, ilginin ve şefkatin koşulsuz olduğuna inanır. Ancak Rosa’nın öz annesi olmadığını ve ona yalnızca her ay gelen düzenli bir havale karşılığında baktığını öğrendiğinde, çocukluğunu ayakta tutan güç ansızın dağılır. Bu fark ediş hem ağır bir sarsıntı hem de zorunlu bir büyüme anıdır; çünkü Momo ilk kez sevginin her zaman “karşılıksız” olmadığını, yetişkinlerin dünyasının çocuklarınkinden çok daha acımasız ve karmaşık işlediğini kavrar. Buna rağmen zaman içinde bu gerçeği kabullenir; çünkü Rosa’nın ona duyduğu şefkat, başlangıçtaki maddi ilişkinin sınırlarını aşarak derin, içten ve neredeyse aileye benzeyen bir bağa dönüşmüştür.

Momo’nun büyüdüğü mahalle, toplumun görünmez çeperlerinde sürüklenen insanlardan oluşan sert, yoksul ama kendi içinde canlı bir evrendir. Bedenleriyle para kazanan kadınlar, büyük ya da küçük suçlarla hayatını sürdüren erkekler, sokaklarda birbirine tutunarak var olmaya çalışan çocuklar bu dünyanın gündelik dokusunu oluşturur. Momo da tıpkı onlar gibi “merkezin ya da normalin dışında” kalmış bir hayatın içinde büyür; fakat bu dünyanın karanlık yanlarına, şiddetine ve umutsuzluğuna rağmen, insanlar arasında kendiliğinden doğan küçük iyiliklerin ve dayanışmanın var olabileceğini de görür. Bu romanın en çarpıcı yanlarından biridir: toplumun en alt ya da suç işleyen kesimlerinin arasında bile sevginin, merhametin ve birlikte ayakta kalma isteğinin sönmeyen bir ateş gibi dolaştığını Momo’nun gözünden izleriz.

Momo ile Madam Rosa arasındaki ilişki, çevrelerini dolduran gürültülü kalabalığın ve yoksulluğun içinde bile ayrıksı bir derinliğe sahiptir. Momo yalnızca Rosa’nın bakımına ihtiyaç duyan bir çocuk değildir; aynı zamanda Rosa’nın yaşlılığının, gücünü yavaş yavaş yitirişinin ve yaklaşan ölümünün acımasız yolculuğunun tanığıdır. Rosa her geçen gün çürürken Momo istemeden de olsa büyür; Momo’nun kimlik arayışı yoğunlaştıkça Rosa’nın geçmişinin ağır travmaları daha da görünür hâle gelir. Momo’nun Arap kökenli olduğunu öğrenmesi hem kendi varlığını sorguladığı hem de nereye ait olduğunu anlamaya çalıştığı bir sorun oluşturur. Momo ne tam anlamıyla Fransa’ya aittir ne de köklerine dönecek bir durum söz konusudur. Bu iki dünya arasındaki boşlukta, kendine bir kimlik, bir anlam, bir sıcaklık bulabildiği tek yer Rosa’nın evidir.

Bütün bu koşullar içinde Momo’nun Rosa’ya duyduğu sevgi, yalnızca bir çocuğun minnet duygusuyla açıklanamaz; bu bağlılık, dışlanmışlığın ve yoksulluğun ortasında bile merhametin nasıl var olabileceğine dair güçlü bir işarettir. Momo, Rosa’nın bedenini yıllarca saklanmak için kullandığı gizli odaya götürür. Bu oda Rosa’nın savaş travmalarından korunmak için tuttuğu karanlık bir sığınaktır; Momo içinse sevdiği insanı kaybetmemek adına zamanın durduğu bir yere dönüşür. Cesedin ağırlaşan kokusunu bastırmak için kolonya döker, yüzünü eski haline benzetmek için makyaj yapar, süsler. Momo üç hafta boyunca bu sığınakta Rosa’nın cesedinin yanında kalır. Bu uzun bekleyiş bir çocuğun kaybını anlamlandırmak için bulduğu çaresiz bir yoldur. 

Yazar, Onca Yoksulluk Varken çocukluk anlatısını sıradan bir büyüme öyküsünün dışına taşıyarak yoksulluk, dışlanmışlık ve travmanın iç içe geçtiği bir insanlık durumunu Momo’nun gözünden görünür kılar. Roman, çocuğun naif anlatımını kullanmasına rağmen, bu anlatımın altına yerleşmiş ağır toplumsal gerçekliği hiçbir zaman perdelemez; aksine Momo’nun dili, acının gündelik hayata nasıl sinmiş olduğunu daha da belirginleştirir. Momo’nun Madam Rosa ile kurduğu bağ, toplumsal mecburiyetin ötesine geçerek karşılıklı bir dayanma ilişkisine dönüşür; iki karakterin birbirine tutunması hem yoksulluğun yarattığı çöküşe bir direnç biçimi ortaya koyar hem de dışlanmış hayatların kendi içlerinde üretebildiği özgün bir sevgi bağına işaret eder. Roman, yetişkin dünyasının karmaşıklığını anlamaya çalışan bir çocuğun omuzlarına binen duygusal ve etik yükleri görünür kılar ve yoksulluğun yalnızca maddi bir durum değil, aynı zamanda varoluşsal bir deneyim olduğunu da yoğun biçimde hissettirir.

Alıntılar:

Bence, en iyi uyuyanlar dürüst olmayanlardır. Çünkü hiçbir şeyi takmazlar, oysa dürüst insanlar gözlerini kırpamazlar, her şeyi dert edinirler.

Çoğu kez ak; gizlenmiş bir karaydı, kara da bazen üçkâğıda getirilmiş aktı.

Yasalar, başkalarına karşı korunacak şeyleri olan kişileri korumak için yapılmıştır.

Allah kahretsin, birbirinize acıyorsunuz ya işte. Bunun için evlenir herkes.

Umarım hiçbir zaman normal olmam, Doktor Katz, bir tek namussuzlar normal olur hep. Normal olmamak için elimden gelen her şeyi yapacağım, Doktor.

Kara Kentin Kahkahası

Ah Tanrım, ne solgun diye mırıldanırdı papaz acı çekiyor gibi görünen şu kadının kahkahası Çoktan yanıp kül olmuş kara kentin iti kopuğu...