Neval el-Saadavi’nin Kadının Cennette Yeri Yok Öykü
Kitabı- İtaatin ve Adaletin Sorgusu
Neval el-Saadavi’nin öykü evreni, Arap toplumunun görünmez
duvarları arasında sıkışmış kadınların ve susturulmuş erkeklerin, bedenleriyle,
vicdanlarıyla ve arzularıyla verdikleri savaşın acımasız ve hüzünlü yüzünü gözler
önüne serer. Onun kaleminde hiçbir şey soyut değildir; din, devlet, aile, sınıf
ya da ahlak dediğimiz yapılar, doğrudan bedenin üzerine kazınan somut iktidar
biçimleridir. Saadavi’nin anlatılarında beden bir mülkiyet alanı olarak
belirir; toplumun namus, inanç ve yasa adı altında sahiplendiği, denetlediği ve
yeniden ürettiği bir mekâna dönüşür. Kadın bedeni, erkekliğin kendini
tanımladığı zemin; soyun sürekliliğinin ve ahlâkın temsil alanı haline
gelirken, bu düzen içinde erkek de kendi gücünü kanıtlama zorunluluğunun
tutsağına dönüşür.
Kadının Cennette Yeri Yok Hikâyesi: Hikâyedeki kadın
yaşamı boyunca itaatin biçimlendirdiği bir varoluşun içinde kalmış, şiddeti ve
sevgisizliği olağan saymaya mecbur edilmiş biridir. Ne kocasının gözlerinin
içine bakabilmiş ne de kendi arzularını dile getirebilmiştir; bütün bir ömrü
susmanın, sabretmenin ve razı olmanın kutsandığı bir düzenin içinde geçmiştir.
Ancak Neval el-Saadavi’nin hikâyesi bu sessizliğin ölümle bile son bulmadığını
gösterir. Kadın mezarına girdiğinde, onu bu kez Tanrı’nın iki sorgu meleği
karşılar: Münker ve Nekir. Bu iki figür görünüşte ilahi adaletin
temsilcileridir; fakat kadının yaşamını değerlendirirken kullandıkları ölçütler
dünyevi düzenin birebir devamıdır. Onlar, kadının vicdanını ya da ruhsal
bütünlüğünü değil de kocasına ne kadar itaat ettiğini, onun sözünden çıkıp
çıkmadığını tartışırlar. Uzun süren bu tartışmaların sonunda kadın, gösterdiği
mutlak itaati sayesinde cennete girmeye layık görülür.
Kadın cennete girmesine izin verildikten sonra kendini bir ağacın altında, serin ve dingin bir yerde bulur. Uzun bir ömrün ardından ilk kez huzur hissettiğini düşünür. Yaşarken sürekli sabretmiş, susmuş, kocasına itaat etmiş ve tüm bunların sonunda cenneti hak ettiğine inanmıştır. Etrafına baktığında, düşlerinde defalarca gördüğü büyük evi fark eder.. Yavaş adımlarla oraya doğru yürür, içeri girer ve merdivenleri çıkar. Ancak yatak odasına vardığında, kocasını yatağın üzerinde iki yanında iki beyaz kadının arasında otururken görür. Kadın, onların Tanrı tarafından gönderilmiş huriler olduğunu anladığında, kendisine vaat edilen cennetin aslında erkekler için kurulmuş bir yer olduğunu kavrar.
Kendi esmer teniyle o beyaz kadınların arasında yerinin olmadığını hisseder. Dünyadayken nasıl geri planda bırakılmışsa, burada da aynı dışlanmayla karşı karşıyadır. Cennet erkeklerin ödülü; kadınlar içinse dışlanmanın sürdüğü bir yerdir. Yaşamı boyunca “sabreden kadın cennete gider” sözüyle avutulmuş, itaatin kurtuluş olduğuna inanmıştır. Ancak şimdi bütün bu sözlerin bir yalandan ibaret olduğunu anlar. Ömrü boyunca inandığı adaletin ölümden sonra da değişmediğini görür. Bunun üzerine sessizce geri çekilir, kapıyı kapatır ve dünyaya döner.
Neval el-Saadavi bu hikâyede, dinin ve ataerkil kültürün
kadın üzerindeki denetimini ölüm sonrasına kadar uzanan bir yapı olarak
gösterir. Kadın, dünyada nasıl kocasına itaate mecbursa, mezarda da aynı itaate
göre yargılanır. Cennet kurtuluşun değil, erkek egemen düzenin öte dünyadaki
biçimidir. Kadının dünyaya dönüşü, Tanrı adına konuşan adaletsizliğe karşı bir
reddediştir. Saadavi bu anlatıda kadının inanç, itaat ve özgürlük arasındaki
sıkışmışlığını görünür kılar; çünkü bu düzende kadın için kurtuluş, hiçbir
zaman gerçekten var olmamıştır.
Güçsüz Olan Kadındı Hikâyesi: Erkek egemen gücün toplumsal
olarak nasıl kurulduğunu ve bu kurulumun hem kadın hem de erkek üzerinde nasıl
bir baskı yarattığını gösterir. Hikâyedeki adam doğuştan gelen bedensel
yetersizliğiyle toplumun erkeklik ölçülerinin esiri olur. Elleri, kasları,
parmakları zayıftır; köyde fiziksel olarak güçlü olmak, erkek olmanın tek
ölçüsüdür. Akıl, bilgi ya da karakter bu ölçünün yanında değersizdir. Bu yüzden
adam kendisini zekâ bakımından köyün en akıllısı olarak bilse de, toplumun
gözünde hep eksik erkektir. Annesiyle ilişkisi bu eksikliğin kaynağını
gösterir. Annesi bütün köyün gözünde bir güç simgesidir: çalışır, taş taşır,
doğurur, toprağı kazarken sanki dünyayı yeniden biçimlendirir. Adam hem
annesine hayranlık hem de derin bir nefret duyar. Onun gücünü arzular, ama aynı
anda o güç tarafından küçültülür. Annesinin kaslı kollarında, kendisinin hiçbir
zaman sahip olamayacağı bir kudret vardır.
Adamın gerdek günü bu kimliğin toplumsal olarak nasıl
algılandığını anlatır. Kadın bedeni, erkeğin gücünü ispatlayacağı bir yüzeye
dönüşür. Mendilin kana bulanması gerekliliği, yalnızca kadının bekâretinin
değil, erkeğin “erkekliğinin” de kanıtıdır. Mendilin temiz kalması ise toplumun
gözünde kadının namusunu yitirmiş olduğu anlamına gelir. Erkek kendi bedensel
yetersizliğini fark etmesine rağmen bunu açık edemez; bu yüzden mendili kızın
babasına fırlatarak onu suçlar. Bu davranış biçimi yalnızca bir savunma
refleksi değil, erkekliğin iktidarını koruma içgüdüsüdür. Saadavi burada
erkekliğin görünüşü önemseyen bir toplumsal kurgu olduğunu gösterir. Erkek
kendi başarısızlığını itiraf etmek yerine kadını toplumun önünde utandırmayı
seçer; böylece hem kendi onurunu korur hem de düzenin işleyişine yeniden hizmet
eder. Kadının kırmızı örtü altında sessiz kalışı ise bu düzende hem suçun hem
de utancın otomatik olarak ona yüklenişini simgeler. Saadavi bu hikâyede
güçsüzlüğün yapısal bir olgu olduğunu; erkeğin kendi yetersizliğini
gizleyebilmek için kadını kurban etmeye mecbur bırakıldığını çarpıcı bir
biçimde açığa çıkarır.
Makale Hikâyesinde: Bu hikâyede Saadavi sınıf
atlamanın yarattığı içsel yabancılaşmayı anlatır. Yoksulluk içinde geçmiş
yıllarından kurtulan, şimdi sıcak sobanın yanında “sosyalizm” üzerine makale
yazan adam, kendi hakikatini inkâr eder. Kalemiyle yükselmek isterken,
sözcükleri giderek ona ait olmaktan çıkar. Onun yazısı artık kendi bilincinin
değil, iktidarın yeniden üretim aracıdır. Çocukluğundaki açlık duygusu,
annesinin çatlamış el ve ayakları, babasının tarlaya gel çağrısı, hepsi
kelimelerin arasından sızmaktadır, fakat yazar onları bastırır. Arabasının
camını silen çocuğu görmezden geldiği an, kendi geçmişini de reddeder. Bu
reddediş sınıf atlamanın en trajik biçimidir. Kurtuluş sandığı şey aslında
kendinden kaçıştır.
Fotoğraf Hikâyesinde: İktidar evin içine, bir kız
çocuğunun odasına kadar sızar. Nergis ergenlik dönemindedir; kendi bedeninde
olup bitenleri anlamaya çalışır. Evde kendisiyle yaşıt bir hizmetçi kız vardır.
Onun bedenindeki farklılıkları gördükçe, kendi bedenini de merak etmeye başlar.
Aynanın karşısına geçip kendine bakmak ister ama duvardaki babasının fotoğrafı
buna engel olur. O fotoğraf evdeki otoritenin simgesidir; yalnızca bir resim
değildir, daima gözetleyen bakışlardır. Nergis aynaya baktığında, sanki
babasının gözleri de onu izliyordur. Böyle bir ortamda büyüyen bir kız, kendi
bedenine bile yabancı kalır.
Babası katı, sert kurallarla evi yönetir. Kızını okuldan
almış, dışarı çıkmasını yasaklamıştır. Nergis uysaldır, itaatkârdır. Fakat bir
gece kapalı bir kapının anahtar deliğinden babasıyla
hizmetçi kızı görür. O anda bütün yasakların, namus ve ahlâk kurallarının ne
kadar iki yüzlü olduğunu anlar. Babası kendi kızını koruma bahanesiyle eve
hapsederken, aynı yaşlardaki başka bir kıza dokunmaktadır.
Hikâyenin sonunda Nergis, duvardaki fotoğrafın karşısına
geçer. Ona bakar, tükürür ve fotoğrafı tırnaklarıyla yırtar. Bu bir kız
çocuğunun ilk defa korkusuna karşı koyduğu andır. Nergis’in bu tepkisi,
Saadavi’nin kadın karakterleri arasında en açık direnişlerden biridir. Kız ilk
kez kendi bedenine ve kendi öfkesine sahip çıkar. Saadavi bu hikâyede korku ve
itaatle büyüyen kadınların bile bir noktada sessizliğini ve itiatkârlığını
bozabileceğini gösterir.
Neval el-Saadavi’nin öyküleri, Arap toplumunda kadınların ve erkeklerin aynı baskı düzeni içinde farklı biçimlerde ezilişini anlatır. Kadın itaatle, erkek kudretle tanımlanır; her ikisi de kendilerine biçilen rolleri taşıdıkları sürece var olabilir. Saadavi, dinin, ailenin ve devletin kadın bedeni üzerindeki denetimini anlatırken, erkekliğin de bu sistemin bir ürünü olduğunu ortaya koyar. Onun dünyasında cinsiyet, insanı bölmenin, kontrol etmenin aracıdır; bu nedenle kimse gerçekten özgür değildir.