Tarih, Ahlâk ve Nizam Bağlamında Dündar Taşer’in Devlet Anlayışı
Eserin bütününe yayılan nizam kavramı, Taşer’in siyasal
düşüncesinin merkezini oluşturur. Nizam, yalnızca düzen ya da idare anlamına
gelmez; adalet, inanç ve ahlâkın kurumsal biçimi olarak tanımlanır. Taşer’e
göre Türk tarihi, “nizamı tesis etme” çabasının tarihidir. Bu nedenle
devlet toplumun moral bütünlüğünün temsilcisidir. Taşer için devlet tarihin
sürekliliği ve Tanrısal adaletin yeryüzündeki tecellisinden doğar. Bu bakış
onun Osmanlı tarihine atfettiği “yüksek devlet ahlâkı” kavramını da
açıklar: Fatih dönemindeki “nizâm-ı âlem” ilkesi, modern çağın siyaset
felsefesinde yerini almış kutsal bir sorumluluk bilinciyle açıklanır.
Eserin ikinci tematik ekseni tarih bilincidir. Taşer, Türk tarihini kesintisiz bir devamlılık olarak görür. Osmanlı, Selçuklu ve Cumhuriyet arasında misyon değişimi vardır. Tarih, toplumsal bilinç için bir kimlik deposudur; geçmişle bağını yitiren toplumlar kimliksizlikle yozlaşır. Bu bağlamda Söğüt tarihsel bir mekân olarak Türk siyasi kültürünün köklerinin sembolik ifadesidir. Yörüklerin Ertuğrul Gazi anma törenleri gibi halk gelenekleri, devletin manevî varlığını canlı tutan unsurlardır. Böylece halk Taşer’in düşüncesinde siyasal bir özne olmaktan ziyade, devletin sürekliliğini taşıyan kültürel hafıza işlevi görür. Halkın imanı ve ahlâkı, devletin nizamıyla birleştiğinde tarih yeniden dirilir. Kitabın ilerleyen bölümlerinde yer alan 12 Mart Hakkında başlıklı kısım, Taşer’in modern Türk siyasetindeki otorite ve demokrasi sorununa bakışını ortaya koyar. Ona göre 1961 Anayasası, yürütme erkinin yetkilerini daraltarak devleti iradesiz hâle getirmiştir. Bu durum toplumsal çözülme ve anarşi ortamını doğurmuştur. Taşer, bu krizi nizam kavramı üzerinden açıklar. Devlet, otoritesini kaybettiğinde kendi tarihsel kimliğini de kaybeder. Bu nedenle 12 Mart müdahalesi, onun gözünde devletin kendini savunma refleksidir. Demokrasiye ilişkin görüşü, “liderli demokrasiler” düşüncesine yakındır: Halk iradesi ancak güçlü ve adaletli bir yürütme gücüyle anlam kazanır.
Taşer’in dine yaklaşımı, politik İslamcılıktan ayrılır. Din, toplumsal dayanışmanın manevî temelidir; devleti yönlendiren bir ideoloji değildir, onu ahlaken besleyen bir kaynaktır. Eserde sıkça kullanılan “iman”, “vicdan”, “düzen” ve “adalet” kavramları, dinî terminolojiyle siyasal düşünce arasındaki sınırların geçirgenliğini gösterir. Bu yaklaşım modernleşme sürecinde dinin tamamen dışlanmasına karşı, onu ahlâkî bir denge unsuru olarak yeniden tanımlama çabasıdır. Bu çerçevede ordu da imanın ve nizamın muhafızı olarak görülür. Alay müftüleri önerisi, ordunun moral gücünü dinî bilinçle destekleme fikrinin ifadesidir. Böylece Taşer laikliğe karşı çıkmadan, dinin kamusal işlevini yeniden yorumlar.
Dündar Taşer’in Büyük Türkiyesi devlet merkezli bir
zihniyetin sözlü belleğe aktarılmış biçimidir. Taşer’in düşüncesi, 20.
yüzyıl Türk milliyetçiliği içinde rasyonel devlet aklı ile metafizik meşruiyet
fikrini birleştirmesi bakımından özgündür. Eser tarihsel bütünlüğü koruma
çabasına dayanır. Devleti “ahlâkın kurumsallaşmış biçimi” olarak
tanımlaması, onu hem pozitivist milliyetçilikten hem de politik İslamcılıktan
ayırır. Bununla birlikte modern siyaset biliminin ölçütleriyle
değerlendirildiğinde, Taşer’in yaklaşımı rasyonel bürokratik devletten çok, tarihî-karizmatik
otorite kavramına yakındır. Taşer’in düşüncesi, Türk milliyetçiliğinin “devlet
mistisizmi” yönünü temsil eder; bu yön Cumhuriyet sonrası siyasal kültürün
derin katmanlarını anlamada önemli bir referans oluşturmaktadır.
Taşer’in Söğüt’te dolaşırken yaptığı gözlemler, bir tür kuruluş
arkeolojisidir. Türbeleri gezerken ve köy halkını gözlemlerken bir inanç
sisteminin sürekliliğini hisseder. Şeyh Edebali, Osman Gazi, Dursun Fakih,
Hayme Ana, Malhun Hatun… bunların her biri devletin bedeni içinde farklı bir
uzvu temsil eder. Edebali akıldır; Fakih hukuktur; Hayme Ana ve Malhun Hatun
ise hem anne hem dua eden millettir. Taşer bu tabloyu anlatırken devletin ahlakın
ve imanın birleştiği bir “düzen” olduğunu söyler. Nizam kanun anlamında
değildir; kâinatın ahengini topluma indiren bir denge biçimidir. Her şeyin
yerinde durduğu bir evren fikridir. Ona göre Türk tarihi bu nizamı koruma
mücadelesidir; bozulduğunda çöküş, yeniden kurulduğunda diriliş gelir. Bu
yüzden Osmanlı’nın büyüklüğü adaleti sistemleştirme kudretinde
aranmalıdır. Devlet Tanrı’nın yeryüzüne yansıttığı ölçü düzenidir. Bu ölçü
bozulduğunda iktidar da, anlam da kaybolur.
Dündar Taşer’in Büyük Türkiyesi, Türk siyasal düşüncesinde devletin manevî meşruiyetini merkeze alan bir fikir mirasıdır. Eserde devlet tarihsel bir bilinç ve ahlâkî bir bütünlük olarak yorumlanır. Taşer’in düşüncesinde “nizam” kavramı, adaletle inancı, gelenekle siyaseti aynı düzlemde buluşturur. Bu bakış modernleşmenin yol açtığı kopuşları aşmayı, tarihsel sürekliliği korumayı ve laik-dindar ayrımının ötesinde ahlâk merkezli bir uzlaşmayı hedefler. Büyük Türkiye bu yönüyle 20. yüzyılın ideolojik kutuplaşmalarını aşan bir devlet felsefesi önerir; geçmişin ahlâkını, bugünün rasyonelliğiyle yeniden bütünleştirme çabasını yansıtır.
