Evliya Çelebi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Evliya Çelebi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

3 Ekim 2025 Cuma

Evliya Çelebi’den Bram Stoker’a: Vampirin Kültürel Yolculuğu

 


Evliya Çelebi’den Bram Stoker’a: Vampirin Kültürel Yolculuğu

Vampir miti bugün çoğunlukla Batı edebiyatı ve sinemasına ait bir unsur olarak görülse de bu algı tarihsel gerçeklikle örtüşmez. Dracula (1897) ya da Carmilla (1872) gibi eserlerin merkezinde şekillenen modern vampir imgesi Orta ve Doğu Avrupa ve Osmanlı coğrafyasının folklorik mirasından beslenmiştir. “Hortlak”, “obur”, “karakoncolos” ve “cadı” gibi Türkçe ve çevre kültürlerdeki karşılıklar, hem halk inanışlarında köklü bir yer edinmiş, hem de Avrupalı seyyahların ve misyonerlerin raporları aracılığıyla Batı kamuoyuna aktarılmıştır. Böylece Osmanlı dünyasındaki vampir benzeri figürler, modern vampir mitinin oluşumunda önemli bir rol oynamıştır. Osmanlı coğrafyasında yaşayan farklı etnik-dini gruplar kendi kültürel dağarcıklarına uygun vampir figürleri üretmişlerdir.

  • Hortlak, en yaygın karşılıklardan biridir. Türkçe kökenli bu kelime mezarda azap gören, işkence çeken ve bu nedenle hortlayarak geri dönen ölü anlamına gelir. Çoğu kez kabir azabı inancıyla ilişkilendirilmiş yani İslamî bir zemine oturtulmuştur.
  • Obur, Tatar-Çerkes kökenli bir figürdür ve “emmek, öpmek” fiillerinden türemiştir. Kan emici özellikleriyle Slavların upir veya upior sözcüğüyle akraba görülür. Evliya Çelebi’nin Seyahatnamesi’nde de geçen obur, Osmanlı topraklarında vampir inancının canlılığını kanıtlar.
  • Karakoncolos, kış mevsiminde ortaya çıktığına inanılan, kapılara vurarak insanları dışarı çağıran ve ölüme sürükleyen bir varlıktır. Hem Türk hem de Rum folklorunda izleri görülür; kimi zaman vampir, kimi zaman gulyabani olarak yorumlanmıştır.
  • Cadı, Farsça “gadu” kökeninden gelir. Batı’daki “witch” kavramına yakın olmakla birlikte, Osmanlı bağlamında vampirle doğrudan özdeşleşmese de benzer işlevler üstlenmiştir.

Bu terimler, Osmanlı toplumunun çokkültürlü yapısı içinde birbirine karışmış, bazen ayrı bazen de melez biçimlerde yaşamaya devam etmiştir.

Müslüman Osmanlı halkının folklorik vampirleri kabul edebilmesinin temel sebeplerinden biri, “kabir azabı” inancıdır. Şeyhülislam Ebussuud Efendi’nin fetvalarında da görüldüğü üzere, mezarda işkence çeken ölülerin hortlayarak dirilmesi fikri, halk arasında meşruiyet kazanmıştır. Böylece vampirler dini bir öğretinin halk yorumuyla da bağdaştırılmıştır. 18. yüzyılda Avrupa’da başlayan “Vampir Çılgınlığı” döneminde Osmanlı topraklarından aktarılan raporlar büyük bir rol oynamıştır. Katolik misyonerlerin Rum Ortodoks köylüleri arasında gözlemledikleri “vrykolakas” olayları, Batı’da sansasyon yaratmış ve vampirin modern kimliğinin şekillenmesine katkıda bulunmuştur. Osmanlı coğrafyasındaki hortlak ve obur hikâyeleri, Batı’da “Doğu’nun geri kalmış hurafeleri” olarak sunulmuş ama aynı zamanda vampirin folklorik tabanını güçlendirmiştir.  19. yüzyıla gelindiğinde vampir artık Batı’da gotik ve romantik edebiyatın vazgeçilmez bir figürü haline gelmişti. John Polidori’nin The Vampyre (1819) eseriyle aristokrat vampir tipi ortaya çıktı; Sheridan Le Fanu’nun Carmilla (1872) ve Bram Stoker’ın Dracula (1897) romanları ise bu imgeyi kalıcılaştırdı. Ancak bu dönüşüm sürecinde kullanılan birçok motif; mezardan çıkan ölü, kan emme, köylüleri korkutma, ceset yakma veya kazıklama Osmanlı’daki hortlak ve obur hikâyeleriyle büyük benzerlik taşır.

Drakula figürü, tarihsel Vlad Tepeş’in acımasızlığı ile folklorik vampir motiflerinin birleşiminden doğmuştur. Osmanlı coğrafyasında Vlad’ın zulmü zaten kan emicilikle özdeşleştirilmişti. Bu nedenle Balkanlarda yayılan “kan içen voyvoda” söylenceleri, Batı edebiyatında vampir kont imgesine dönüşerek küresel kültürün en kalıcı mitlerinden birini yarattı. Modern vampir miti, yalnızca Batı’nın ürünüdür demek eksik bir yorum olur. Osmanlı coğrafyasında hortlak, obur, karakoncolos ve cadı gibi figürler hem halk inanışlarında derin köklere sahip olmuş, hem de Batı’ya aktarılan malzemeler arasında yer almıştır. 18. ve 19. yüzyılda Avrupa’da yaşanan vampir çılgınlığı, büyük ölçüde Osmanlı topraklarındaki gözlemlerle beslenmiştir. Dolayısıyla Drakula’nın gölgesi, Transilvanya’nın, Osmanlı Balkanlarının, Anadolu’nun ve Karadeniz’in folklorik hayaletleriyle birlikte var olmuştur.

19. yüzyılın oryantalist seyyahlarından Arminius Vambéry, Osmanlı coğrafyasından Orta Asya’ya uzanan seyahatleriyle yalnızca tarihsel ve etnografik veriler sunmakla kalmamış, aynı zamanda Avrupa entelektüel dünyasının Doğu imgesini şekillendiren bir figür olmuştur. Vambéry’nin gözlemleri arasında dikkat çekici bir unsur da vampir ve benzeri doğaüstü inançlara dair değerlendirmeleridir. Onun aktarımları, folklorik vampirin Batı’daki modern imgesine dolaylı katkıda bulunmuştur. Vambéry, özellikle 1860’larda Orta Asya’ya yaptığı seyahatlerle tanınır. Fakat aynı zamanda Osmanlı topraklarında da uzun süre bulunmuş, İstanbul’da yaşamış ve Türkçe, Farsça, Arapça gibi dilleri öğrenmiştir. Avrupa’da, özellikle Britanya’da saygınlık kazanmasının temelinde, Doğu toplumlarını Batı’ya anlatma rolü yatar. Bu rol onu bir tür kültürel aracıya dönüştürmüştür. Vampir ve hortlak tarzı figürlere dair değerlendirmeleri de bu aracılık işlevi içinde önem kazanır. Vambéry’nin yazılarında Balkanlar, Anadolu ve Orta Asya halklarının doğaüstü varlıklara dair inançları dikkat çekici şekilde işlenir. Özellikle Osmanlı topraklarında karşılaştığı hortlak, obur, karakoncolos… figürleri Batılı okur için “egzotik” ve “gerici” inanışların örnekleri olarak sunar. Bu aktarım, 18. yüzyıldan beri Batı’da süren vampir tartışmalarını canlı tutmuş, Doğu’yu “hurafelerin yurdu” olarak damgalamaya devam etmiştir. Vambéry’nin yazılarında vampir teması yalnızca folklorik bir gözlem değildir. Aynı zamanda Doğu-Batı karşıtlığını pekiştiren bir araçtır. Ona göre Batı aydınlanmanın ışığında ilerlerken, Doğu halkları hâlâ “ölülerin mezardan kalktığına inanan cahil topluluklardır.” Bu bakış açısı, Avrupalı okurların gözünde Osmanlı toplumunu irrasyonel ve geri kalmış göstermek için kullanılmıştır.

Evliya Çelebi’nin Seyahatnamesinde Obur Figürü

17. yüzyılda kaleme alınan Evliya Çelebi’nin Seyahatnamesi, Osmanlı coğrafyasının sosyal hayatını, geleneklerini ve dini pratiklerini aktarmasının yanı sıra, halk inanışlarına dair de eşsiz malzemeler sunar. Bunların en dikkat çekici olanı “obur” figürüdür. Evliya, özellikle Tatar ve Çerkes halklarının inançları çerçevesinde oburu tanımlar: doyumsuz, kana susamış, geceleri mezarından çıkıp köylere musallat olan, bazen de yaşayan insanlar arasında gizlenen bir varlık. Oburun özellikleri yalnızca kan emmekle sınırlı değildir. Seyahatname’de oburların gece gökyüzünde savaşlara girdikleri, birbirleriyle çarpışırken köylüler tarafından izlendiği aktarılır. Bu tür betimlemeler, oburun toplulukları felakete sürükleyen bir güç olarak algılandığını gösterir. Evliya’nın anlattığı bir diğer dikkat çekici unsur obur-tanıtcılardır. Bu kişiler oburları teşhis etmek ve yok etmekle görevli, adeta profesyonel vampir avcılarıdır. Köylüler oburların musallat olduğuna inandığında tanıtcılar çağrılır, mezarlar kazılır, cesetlere kazık çakılır, bazen yakılarak yok edilmeleri sağlanır. Bu anlatı Balkan folklorundaki vrykolakas ritüelleriyle (mezardan çıkarma, yakma, kazıklama) birebir örtüşür. Evliya Çelebi’nin gözlemleri, bu açıdan bakıldığında yalnızca Osmanlı halk inançlarının bir kaydı değildir. Aynı zamanda vampir söylencesinin etnografik bir raporu olarak okunabilir. Onun aktardığı obur hikâyeleri, folklorik vampirlerin Osmanlı resmi yazılı kültürüne girmiş en erken örnekleridir. Bu nedenle Seyahatname, modern vampir mitinin dolaylı bir kaynağı olarak okunmalıdır. Balkan folklorundaki vrykolakas ile Slav dillerindeki upir arasında köprü kuran obur figürü Evliya Çelebi’nin aracılığıyla yazılı kültüre aktarılmıştır.

Obur-tanıtcılar: Evliya Çelebi bu terimi Çerkesya bağlamında kullanır; köylüler onları çağırır ve oburları teşhis ederek yok ederler.

Vambéry ve Evliya Çelebi’nin İzleri

19. yüzyılda Arminius Vambéry’nin Batı’ya aktardığı halk inanışları, aslında büyük ölçüde Evliya Çelebi’nin Seyahatnamesi’nde derlenmiş malzemelerden beslenmiştir. Vambéry, İstanbul’da bulunduğu yıllarda hem Osmanlı aydınları aracılığıyla hem de doğrudan Seyahatname’nin çeviri ve özetlerinden yararlanarak bu folklorik anlatılara ulaşmıştır. Böylece obur, hortlak ve karakoncolos.. figürler Evliya’nın gözlemlerinden Vambéry’nin kalemine, oradan da Batılı okurların hayal gücüne taşınmıştır. Bram Stoker’ın Dracula’yı yazarken Vambéry’den danışmanlık aldığı bilinir.

Not: Vambéry’nin Stoker’a danışmanlık verdiğini doğrudan belgeyle kanıtlamak mümkün değildir ama çağdaş araştırmacıların çoğu bu ilişkiye dikkat çeker.

Evliya Çelebi’nin obur hikâyeleri ile Vambéry’nin bunları Batı’ya aktarması, Dracula’yı besleyen folklorik damarları görünür kılar; modern vampir miti aslında hem Osmanlı hem Avrupa kültürünün ortak ürünü olarak doğmuştur.

Kara Kentin Kahkahası

Ah Tanrım, ne solgun diye mırıldanırdı papaz acı çekiyor gibi görünen şu kadının kahkahası Çoktan yanıp kül olmuş kara kentin iti kopuğu...