Nevâl el-Sâdâvî etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Nevâl el-Sâdâvî etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

9 Kasım 2025 Pazar

Nevâl el-Sâdâvî’nin Kahire, Saçlarımı Geri Ver Romanından Aforizmalar

Benim kendim ile kadınlığım arasındaki çatışma, aslında çok önceleri, henüz kadınsı özelliklerim belirgin biçimde ortaya çıkmadan ve kendim, cinsim ya da kökenim hakkında hiçbir şey bilmiyorken; daha doğrusu, vahşi dünyaya fırlatılana kadar beni korumuş olan kovuğun doğasını öğrenmemden önce başlamıştı.

Otoriteye kafa tutmam bana sarsılmaz bir güç katmış ve anneme karşı kazandığım zafer, beni bu tokatlardan hiç etkilenmeyen, sağlam bir kayaya çevirmişti. Annemin eli yüzüme çarpıyor ve sonra her defasında, sanki granit bir kayaya toslamış gibi aynı şekilde geri gidiyordu.

Annem, niçin ağabeyim ile benim aramda muazzam farklılıklar bulmuş ve erkekleri, hayatım boyunca mutfakta hizmet etmem gereken birer Tanrı gibi göstermeye çalışmıştı ki? Annem benim şimdi elimde bir neşterle çıplak bir adamın yanında durduğuma, onun karnını ve kafasını keserek açtığıma inanır mıydı? Annemi geçtim; bir erkek vücudunu incelediğime ve onun bir erkek oluşuna hiç aldırış etmeden bu vücudu parçalara ayırdığıma toplum inanır mıydı peki?

Küçük ve yuvarlakça bir nesne, yumurta şeklindeki bir et parçası neşterimin altında titriyordu. Onu bir elimle kavradım ve teraziye koydum. Parmak uçlarımla hissedebiliyordum onu, yüzeyi yumuşak ve kıvrımlıydı, tıpkı biraz önce masada duran tavşanın küçük kafatasından çıkardığım beyni gibi. Bu şeyin bir insan beyni olması mümkün müydü? Doğaya karşı savaş açıp galip gelen, yeryüzünün derinlerine dalan, kayaları parçalayıp dağları yerinden oynatan ve dünyayı yok etmek üzere atomlardan ateş çıkaran o kudretli insan aklı, elimdeki bu nemli, yumuşak et parçası mıydı yani?

Bir adamın bir kadın üzerinde denetim kurma çabasında en çok kafayı taktığı zayıf nokta buydu: Kadının başka erkeklerden korunması gerekliliği. Erkeğin kendi kadınına duyduğu kıskançlık: Erkek aslında kendisi adına korkar, ama kadın adına korktuğunu iddia eder; onu mülkiyetine almak ve onun etrafında kalın duvarlar örmek için korunması gerektiğini öne sürer.

Onun beni denetlemesini engelleyen kuvveti bana veren şeyin işim olduğu sonucuna varmıştı. Başımı dik tutmamı sağlayan şeyin her ay kazandığım para -ne kadar az ya da çok olursa olsun- olduğunu düşünüyordu. Benim gücümün bir işim olmasına ya da kendi paramı kazanmamın getirdiği gurur duygusuna dayanmadığının farkında değildi. Psikolojik açıdan onun benim için yaptıklarına ihtiyaç duymadığımın da farkında değildi. Ben kimseye bağlı yaşamadığım için ne annemden, ne babamdan, ne de başka birinden yardım aramıştım, oysa o annesine bağımlı olarak yaşamıştı ve onun yerine beni koymaya başlıyordu.

Kocam! Daha önce asla söylemediğim sözcük! Bu sözcük benim gözümde ne anlam taşıyordu? Yatağın yarısını kaplayan, çam yarması gibi bir gövde. Yemek yemekten hiç bıkmayan hangar gibi bir ağız. Çorapları ve çarşafları kirleten iki kürek gibi ayak. Beni bütün gece boyunca horlayarak ve tıslayarak uyanık tutan küt, iri bir burun.

Kadın, kendi özgürlüğü, onuru, adı, özsaygısı, gerçek doğası ve iradesinden oluşan bir dünyadan yoksun biçimde, erkeğin önünde dikiliyordu. Kendi maddi ve manevi hayatının üstündeki her türlü denetim olanağı elinden alınmıştı.

Niçin hayatta hiçbir şey olması gerektiği gibi yürümüyordu? Niçin gerçeği ve adaleti aşan, daha geniş kapsamlı bir anlayış birliği oluşmuyordu? Niçin anneler, kızlarının erkeklerle aynı olduğunun farkına varmıyorlar ya da erkekler, kadınları kendi eşitleri ve hayat ortakları olarak görmüyorlardı? Niçin toplum bir kadına, bedenini olduğu kadar zihnini de kullanarak normal bir hayat sürme hakkı tanımıyordu?

Nevâl el-Sâdâvî’nin Kahire, Saçlarımı Geri Ver Romanında Kadın Bilincinin Uyanışı ve Ataerkil Yapının Çözülüşü

Nevâl el-Sâdâvî’nin Kahire, Saçlarımı Geri Ver adlı romanı, Mısır toplumunda kadın kimliğinin toplumsal, kültürel ve dinsel kodlar içinde nasıl biçimlendirildiğini ve bu biçimlendirme sürecine karşı bireysel direnişin nasıl şekillendiğini ele alan bir yapıttır. Sâdâvî, romanın merkezine yerleştirdiği kadın karakter aracılığıyla, ataerkil yapının dışsal bir baskı aracı olarak kullanılıp, aynı zamanda da içselleştirilmiş bir bilinç biçimi olduğunu gösterir. Kadın, çocukluk döneminden itibaren toplumun değerleri tarafından kuşatılmıştır; aile, din, gelenek ve dil, onun varoluşunu biçimlendiren en güçlü araçlardır.

Küçük kız baskıcı bir aile düzeni içinde büyür. Annesi ona adıyla değil de sadece “kız” diye seslenir; bu durum, hem kızın bireyselliğinin reddidir hem de toplumsal kimliğin öncelenmesi anlamına gelir. Kız çocuğu, erkek kardeşiyle aynı evde yaşasa da, onun sahip olduğu özgürlüklerden yoksundur. Erkek dışarıda rahatça gezebilir, hata yapabilir, çokça konuşabilir; kız ise sessizliğe, hizmet ve itaate zorlanır.  Kadınlığın toplumsal olarak öğretilen bir kimlik oluşu, bu noktada belirginleşir.

Anlatının ilerleyen bölümlerinde küçük kıza görücü gelmesi, bu sistemin kadını erken yaşta toplumsal bir mülkiyet nesnesine dönüştürdüğünü gösterir. Henüz çocuk yaşta olmasına rağmen, annesi ondan krem rengi bir elbise giymesini ister. Krem renkli elbise giydirilmek istenmesinin amacı, kızın bedenini kadınsı göstermek ve onu evlilik çağına gelmiş biri olarak sunmaktır. Bu kısımlar kadın bedeninin toplumsal işlevinin bireyin iradesinden önce belirlendiğini açık eder. Küçük kızın elbiseyi giymeyi reddetmesi, bedeni üzerindeki ilk bilinçli direnişidir. Saçlarını kestirmesi ise bu farkındalığın ikinci ve daha sembolik aşamasıdır. Toplumda uzun saç, kadının zarafetinin, uysallığının ve çekiciliğinin göstergesi olarak kültürel bir anlam taşır. Kız, saçlarını kestirerek bu anlamı reddeder. Artık toplumun güzellik anlayışına ait bir nesne değildir, kendi varlığının öznesi olmak istemektedir. Ancak bu eylemin bedeli ağırdır; annesi tarafından cezalandırılır... Bu tepki patriyarkanın yalnızca erkeklerce değil de kadınlarca da yeniden üretildiğini gösterir. Sâdâvî, annelik figürünü baskının taşıyıcısı olarak konumlandırır. Zaman geçtikçe kadın büyür, eğitim görür ve doktor olur. Bu gelişme onun toplumsal hiyerarşi içinde bilgi ve statü kazandığı bir dönüm noktasıdır. Ancak bu statü bile eşitliği sağlamaz. Kadının bilgiyle güç kazanması, erkek egemen sistem açısından bir tehdit olarak görülür. Sâdâvî burada bilgi, cinsiyet ve iktidar arasındaki ilişkiyi açığa çıkarır: kadının bilgisi, erkek bilincinde hâlâ meşru değildir. 

Kadının bir erkekle evlenmesi, romanın ikinci büyük çatışma alanını oluşturur. Tanıştığı adam başta modern, açık fikirli ve kadın haklarına saygılı görünür. Ancak evlilik, bireysel ideallerden çok toplumsal normların belirlediği bir kurumdur. Nikâhın anlatıldığı bölümde şeyh yalnızca erkekle konuşur; kadın törenin öznesi değil, nesnesidir. Kadının “Hiçbir şey istemiyorum” demesi bile önemsizdir, hatta konuştuğu için şeyh ona kızar.  Şeyhin bu tavrı dinsel bir kurumun toplumsal cinsiyet düzenini meşrulaştırmadaki rolünü temsil eder; böylece din, yalnızca bir inanç sistemi olmaktan çıkıp ataerkil otoritenin yeniden üretildiği bir ideolojik araç hâline gelir. Kitabın bu sayfalarında anlatılanlarda dinin toplumsal cinsiyet ilişkilerindeki meşrulaştırıcı rolü sorgulanmaktadır. Evlilik gerçekleştikten sonra erkek değişir; artık karısının çalışmasını istemez. Kadın sonunda bu evliliği bitirir. Boşanma onun için bir yenilgi değildir, bir tür bilinçsel bir sıçramadır. Kadın çalışır ve kendi kararlarını verir. Ancak çevresindeki toplum değişmemiştir. Sâdâvî, bireysel kurtuluşun toplumsal dönüşümle desteklenmedikçe tam olamayacağını vurgular. Kadının özgürlüğü, zihinsel zincirlerin kırılması kadar kültürel hafızanın da değişmesiyle mümkündür.

Romanın sonunda bir hasta sahnesi yer alır. Kadın bir hastaya yardım ederken, yanında duran erkek ona destek olur. Bu erkek artık önceki kuşakların sahiplenici figürlerinden farklıdır. Kadının emeğini yüceltir, onunla eşit bir konumda durur. Bu kısım Sâdâvî’nin önerdiği toplumsal modelin somutlaşmış biçimidir: dönüşüm, kadınla erkeğin hiyerarşi kurmadan yan yana durabildiği noktada başlar.

Roman, beden, din, dil ve emek üzerinden kurulan ataerkil düzenin çözülme olasılığını sorgular. Kadının “saçlarını geri istemesi” benliğin ve özsaygının geri alınışını simgeler. El-Sâdâvî, kadın özgürlüğünü kadının kendi bilincini yeniden inşa etmesine bağlar. Bu bakımdan eser klasik anlamda bir feminist anlatının ötesine geçerek, toplumsal bilincin yeniden kuruluşuna dair felsefi bir öneri sunar. El-Sâdâvî’ye göre, hiçbir modernleşme kadın bilinci dönüşmeden kalıcı olamaz; özgürlük insanın kendini yeniden tanımlamasıyla başlar.

Kara Kentin Kahkahası

Ah Tanrım, ne solgun diye mırıldanırdı papaz acı çekiyor gibi görünen şu kadının kahkahası Çoktan yanıp kül olmuş kara kentin iti kopuğu...