Benim kendim ile kadınlığım arasındaki çatışma, aslında çok önceleri, henüz kadınsı özelliklerim belirgin biçimde ortaya çıkmadan ve kendim, cinsim ya da kökenim hakkında hiçbir şey bilmiyorken; daha doğrusu, vahşi dünyaya fırlatılana kadar beni korumuş olan kovuğun doğasını öğrenmemden önce başlamıştı.
Otoriteye kafa tutmam bana sarsılmaz bir güç katmış ve
anneme karşı kazandığım zafer, beni bu tokatlardan hiç etkilenmeyen, sağlam
bir kayaya çevirmişti. Annemin eli yüzüme çarpıyor ve sonra her defasında, sanki granit bir kayaya toslamış gibi aynı şekilde geri gidiyordu.
Annem, niçin ağabeyim ile benim aramda muazzam farklılıklar
bulmuş ve erkekleri, hayatım boyunca mutfakta hizmet etmem gereken birer Tanrı
gibi göstermeye çalışmıştı ki? Annem benim şimdi elimde bir neşterle çıplak
bir adamın yanında durduğuma, onun karnını ve kafasını keserek açtığıma inanır
mıydı? Annemi geçtim; bir erkek vücudunu incelediğime ve
onun bir erkek oluşuna hiç aldırış etmeden bu vücudu parçalara ayırdığıma
toplum inanır mıydı peki?
Küçük ve yuvarlakça bir nesne, yumurta şeklindeki bir et parçası neşterimin altında titriyordu. Onu bir elimle kavradım ve teraziye koydum. Parmak uçlarımla hissedebiliyordum onu, yüzeyi yumuşak ve kıvrımlıydı, tıpkı biraz önce masada duran tavşanın küçük kafatasından çıkardığım beyni gibi. Bu şeyin bir insan beyni olması mümkün müydü? Doğaya karşı savaş açıp galip gelen, yeryüzünün derinlerine dalan, kayaları parçalayıp dağları yerinden oynatan ve dünyayı yok etmek üzere atomlardan ateş çıkaran o kudretli insan aklı, elimdeki bu nemli, yumuşak et parçası mıydı yani?
Bir adamın bir kadın üzerinde denetim kurma çabasında en
çok kafayı taktığı zayıf nokta buydu: Kadının başka erkeklerden korunması
gerekliliği. Erkeğin kendi kadınına duyduğu kıskançlık: Erkek aslında kendisi
adına korkar, ama kadın adına korktuğunu iddia eder; onu mülkiyetine almak ve
onun etrafında kalın duvarlar örmek için korunması gerektiğini öne sürer.
Onun beni denetlemesini engelleyen kuvveti bana veren şeyin
işim olduğu sonucuna varmıştı. Başımı dik tutmamı sağlayan şeyin her ay
kazandığım para -ne kadar az ya da çok olursa olsun- olduğunu düşünüyordu. Benim gücümün bir işim olmasına ya da kendi paramı kazanmamın getirdiği gurur
duygusuna dayanmadığının farkında değildi. Psikolojik açıdan onun benim için
yaptıklarına ihtiyaç duymadığımın da farkında değildi. Ben kimseye bağlı
yaşamadığım için ne annemden, ne babamdan, ne de başka birinden yardım
aramıştım, oysa o annesine bağımlı olarak yaşamıştı ve onun yerine beni koymaya
başlıyordu.
Kocam! Daha önce asla söylemediğim sözcük! Bu sözcük
benim gözümde ne anlam taşıyordu? Yatağın yarısını kaplayan, çam yarması gibi
bir gövde. Yemek yemekten hiç bıkmayan hangar gibi bir ağız. Çorapları ve çarşafları kirleten iki kürek gibi ayak. Beni bütün gece boyunca horlayarak ve
tıslayarak uyanık tutan küt, iri bir burun.
Kadın, kendi özgürlüğü, onuru, adı, özsaygısı, gerçek doğası
ve iradesinden oluşan bir dünyadan yoksun biçimde, erkeğin önünde dikiliyordu.
Kendi maddi ve manevi hayatının üstündeki her türlü denetim olanağı elinden
alınmıştı.
Niçin hayatta hiçbir şey olması gerektiği gibi yürümüyordu?
Niçin gerçeği ve adaleti aşan, daha geniş kapsamlı bir anlayış birliği
oluşmuyordu? Niçin anneler, kızlarının erkeklerle aynı olduğunun farkına
varmıyorlar ya da erkekler, kadınları kendi eşitleri ve hayat ortakları olarak
görmüyorlardı? Niçin toplum bir kadına, bedenini olduğu kadar zihnini de
kullanarak normal bir hayat sürme hakkı tanımıyordu?