Victor Hugo’nun Bir İdam Mahkûmunun Son Günü
Romanında Ölüm, Yaşam Arzusu ve Toplumsal Yabancılaşma
Victor Hugo’nun Bir İdam Mahkûmunun Son Günü adlı
eseri, 1829’da yayımlanmasına rağmen bugün hâlâ canlılığını koruyan bir
tartışmayı edebiyatın merkezine taşır: İdam cezasının birey üzerindeki
etkisi. Roman, ismi verilmeyen bir mahkûmun idam hükmüyle yüzleşmesini,
altı haftalık bekleyişini ve zihinsel dalgalanmalarını aktarır. Hugo, bu kısa
ama yoğun anlatıda toplumun suç, ceza ve ölüm karşısındaki tavrını eleştirel
bir bakışla sunar. Böylelikle bu eser yaşam hakkına dair evrensel bir sorgulama
halini alır.
Eserdeki anlatıcı işlediği cinayeti kabul eden bir kişidir.
Hatta mahkeme karşısında bir an için idamı, ömür boyu kürek cezasına tercih
edebileceğini dile getirir. Bu cümle, suçluluk bilinciyle vicdan arasındaki
çatışmayı görünür kılar. Ancak ölüm hükmü kesinleşip yüzüne okunduğu anda
yaşadığı sarsıntı, insan psikolojisinin temel gerçeğini açığa çıkarır: İnsan,
zihninde ölümü doğallaştırabilir ama ölüm somut ve geri dönülmez bir gerçeklik
olarak karşısına çıktığında, bütün dengeler yıkılır.
Mahkûmun altı hafta boyunca yaşadığı ruhsal buhranlar eserin
dramatik yoğunluğunu oluşturur. İlk günlerde şok ve yadsıma hâkimdir. Zaman
ilerledikçe yaşama arzusu artar; hukuki yollarla kurtuluş arar, temyize
başvurur, merhamet bekler. Ancak girişimleri olumsuz sonuçlanır. Bu olumsuz
sonuçlar onun gözünde toplumun tümden kendisini reddedişidir. Buna rağmen
yaşama umudu sönmez. Son ana kadar affedilmeyi bekler; “Beni affetmeyeceklerse
kimi affedecekler?” sorusu onun zihninde dönüp dolaşır.
Hugo’nun portresi, modern psikoloji açısından insanın yaşama
bağlılığının mutlaklığını gösterir. Ölümün kesinliği karşısında bile zihnin
umut üretmeye devam etmesi insanî bir içgüdüye işaret eder. Mahkûmun en baskın
duygusu tüm yabancılaşmasına ve öfkesine rağmen yaşama isteğidir. İdama
yaklaşan her adımda onda yeni bir yaşam özlemi doğar; çiçeklere, kuşlara,
güneşe, çocukluk günlerine duyduğu özlem, yaşamın her satırda daha da değerli
kılınmasını sağlar. Bu nedenle metin, yalnızca bir güçlü bir yaşama övgüsü
olarak okunabilir. Altı haftalık buhran sürecinde mahkûm kendisiyle ve toplumla
hesaplaşmaya başlar. İnsanlara güvenini kaybeder, giderek çevresine
yabancılaşır. En çarpıcı sahnelerden biri, idam günü meydana toplanan
kalabalığın coşkusudur. Halk, bir insanın ölümünü bir seyirlik eğlence
olarak izlerken, mahkûm için bu olay yaşamın sonudur. Ortaya çıkan trajik
ikilik, bireysel varoluş ile toplumsal varoluş arasındaki kopmaz uçurumu gözler
önüne serer. Hugo burada toplumsal vicdanın çürümesini eleştirir.
Bir İdam Mahkûmunun Son Günü, dünya edebiyatında
benzer temaları işleyen eserlerle birlikte düşünüldüğünde daha da anlamlı hale
gelir. Dostoyevski’nin Suç ve Ceza’sındaki Raskolnikov, işlediği
cinayetin ağırlığıyla vicdan azabı çeker. Onun trajedisi Tanrı karşısındaki
sorumluluktur. Tolstoy’un İvan İlyiç’in Ölümü’nde kahraman suçlu
değildir ama ölümün yaklaşmasıyla yaşamın değerini yeniden kavrar; sonunda
ölümü kabul ederek ruhsal dinginliğe ulaşır. Camus’un Yabancı’sında ise
Meursault, ölüm karşısında umut barındırmaz; dünyanın anlamsızlığını kabullenir
ve absürt bir dinginlik içinde sonunu karşılar.
Bu karşılaştırmalar, Hugo’nun metnini 19. yüzyıldan 20.
yüzyıla uzanan geniş bir edebî süreklilik içinde konumlandırır. Hugo’nun
kahramanı yaşamak için çırpınırken, Dostoyevski vicdanın ağırlığını, Tolstoy
ölümün anlamını, Camus ise yaşamın absürtlüğünü öne çıkarır.
Victor Hugo’nun Bir İdam Mahkûmunun Son Günü, idam cezasına karşı yazılmış güçlü bir toplumsal ve siyasal bir tavırdır. Edebiyatın ölüm karşısında insan bilincini, vicdanını ve umut arzusunu nasıl işlediğinin erken ve çarpıcı bir örneğidir. Hugo’da ölüm, yaşamın mutlak değerini ilan eden bir çığlık haline gelir. Dostoyevski’de vicdanın işkencesi, Tolstoy’da ruhsal barış, Camus’ta absürt kabulleniş öne çıkar. Edebiyat bu çeşitlilik sayesinde ölümün yalnızca bir son olmadığını; aynı zamanda insanın kendini, suçunu, vicdanını ve yaşam tutkusunu yeniden tanımladığı bir uç deneyim olduğunu gösterir.
