George Floyd etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
George Floyd etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

27 Ağustos 2025 Çarşamba

Amerika’nın Ahlaki Çelişkisi: Özgürlükler Ülkesi mi, Çıkarların Devleti mi?

 

Amerika’nın Ahlaki Çelişkisi: Özgürlükler Ülkesi mi, Çıkarların Devleti mi?

Amerika Birleşik Devletleri, dünyanın gözünde çoğu zaman iki uçlu bir imgeyle var olur: Bir yanda özgürlükler ülkesi, bilim ve sanat üretiminin merkezi; diğer yanda ise savaşların, sömürünün ve küresel adaletsizliklerin kaynağı. Bu çelişki, Amerika’nın hem büyüsünü hem de ona duyulan tepkiyi açıklar. Ellis Adası’na ayak basan göçmenlerden Silikon Vadisi’nde kurulan teknoloji devlerine kadar Amerika, hayallerin gerçekleşebileceği bir yer olarak tanımlandı. Üniversiteleri, kütüphaneleri, müzeleri ve Hollywood sinemasıyla hem kendi halkına hem de bütün dünyaya bir hayal alanı açtı. Bu yönüyle, insanlığın yaratıcılığına ve bireysel özgürlük arayışına güçlü bir alan sundu. Fakat aynı Amerika, yirminci yüzyıl boyunca onlarca ülkeye müdahale eden; petrol, ticaret ya da stratejik çıkarlar için milyonlarca insanın hayatını etkileyen bir süper güç oldu. Latin Amerika’daki darbelerden Orta Doğu’daki savaşlara kadar özgürlük adına başlatılan birçok girişim, çoğu zaman özgürlükten çok yeni bağımlılıklar yarattı.

Kendi sınırları içinde de Amerika çelişkilerle doludur. Gökyüzüne yükselen gökdelenlerin dibinde yoksullar çadır kentlerde yaşar. Irkçılık hâlâ kapanmamış bir yara olarak sokaklarda yaşanmaktadır. Sağlık ve eğitim gibi temel hakların, paranın gücüyle ölçülmesi, eşitlik vaadini zedeler. Amerika, kurulduğu günden bu yana kendisini bir özgürlük ülkesi olarak tanıttı. 18. yüzyılda İngiliz sömürgeciliğine karşı verilen bağımsızlık savaşı, tüm dünyaya özgür yurttaş fikrini taşıdı. 20. yüzyılda ise Amerikan Rüyası, milyonlarca göçmenin hayalini süsledi: Çalışırsan, yükselirsin; doğduğun sınıf kaderin olmaz, denildi. Harvard, MIT, Stanford gibi üniversiteler bilim ve küresel düşünce hayatının merkezi hâline geldi. Hollywood sineması, caz ve rock müzik, edebiyat ve popüler kültür, insanlığa yepyeni bir hayal alanı sundu. İnsanlık, Amerika üzerinden kendine başka bir gelecek kurgulayabildi. Fakat aynı Amerika, dünyanın dört bir yanında çatışmaların baş aktörü oldu. Vietnam Savaşı (1955-1975): “Komünizmi durdurma” adına milyonlarca insanın hayatına mal olan, Amerikan toplumunu da derinden yaralayan bir savaştı. Latin Amerika’daki darbeler: Şili’den Guatemala’ya kadar, Amerika’nın desteklediği askeri müdahaleler özgürlük söylemiyle geldi ama çoğu zaman diktatörlükleri güçlendirdi. Orta Doğu politikaları: Irak Savaşı, Afganistan işgali, petrol ve enerji güvenliği uğruna yapılan askeri operasyonlar hâlâ büyük bir tartışma konusudur.

Amerika’nın en parlak vitrinlerinden biri ekonomik gücüdür. Silikon Vadisi’ndeki teknoloji devleri, Wall Street’in finans dünyası ve milyarderlerin zenginliği, Amerika’yı cazip kılar. Ama aynı anda gelir adaletsizliği büyüktür. Zenginler servetlerini katlarken, yoksullar gıda kuponlarıyla yaşam savaşı verir. Sağlık sistemi pahalıdır; dünyanın en gelişmiş ülkesinde hâlâ milyonlarca insan temel sağlık hizmetine ulaşamaz. Irkçılık derin bir yara olarak varlığını sürdürür. George Floyd olayında olduğu gibi toplumsal çatışmalar sık sık su yüzüne çıkar. George Perry Floyd, ABD’nin Houston şehrinde doğmuş, Minneapolis’te yaşayan siyahî bir vatandaştı. 25 Mayıs 2020’de Minneapolis’te polis memuru Derek Chauvin tarafından gözaltına alınırken, Chauvin’in yaklaşık 9 dakika boyunca Floyd’un boynuna diziyle bastırması sonucu hayatını kaybetti. Floyd’un “I can’t breathe” “Nefes alamıyorum” sözleri tüm dünyada bir protesto sloganına dönüştü. Bu olay, ABD’de ve dünyanın birçok ülkesinde ırkçılık karşıtı gösteriler başlattı. Protestolar, Black Lives Matter (Siyahların Hayatı Değerlidir) hareketinin simgesi hâline geldi. Polis şiddeti, sistematik ırkçılık ve eşitsizlik konuları uluslararası gündeme taşındı. Olayı gerçekleştiren polis memuru Derek Chauvin, 2021’de cinayetten suçlu bulundu ve uzun yıllar hapis cezası aldı. Floyd’un ölümü, ABD tarihinde bir dönüm noktası olarak kabul edilir; kültür, siyaset ve hukuk alanında derin tartışmalara yol açtı.

Bir Amerikan dizisinde kadın karakter ahlak kavramını reddeder. “Ahlak diye bir şey yoktur,” sözü onun sloganı hâline gelmiştir. Onun gözünde büyük şirketler, bankalar, finans kurumları ve modern kapitalist sistem zaten ahlakın kalmadığının kanıtıdır. Güçlü olan kazanır, zayıf olan kaybeder. Şirketler, ailelerin ve insanların hayatlarını pervasızca mahveder. Devlet ya da yasa, çoğu zaman bu düzeni değiştirecek güçte değildir. Amerika’nın ahlaki duruşu, tıpkı o kadın karakterin dediği gibi “Ahlak diye bir şey yoktur,” sözü üzerine kuruludur. Amerika gücü ve çıkarı ahlakın üstünde konumlandırır. Kapitalizmin kalbinde insan yoktur, kâr önemlidir. Şirketler için aileler batabilir, doğa yok olabilir, toplum parçalanabilir; önemli olan üretim ve kazançtır. Devlet politikalarında da benzer bir bakış hâkimdir: Ulusal çıkar varsa savaş da doğrudur, müdahale de. Yoksa sessiz kalmak da bir ahlak biçimi sayılır. Ama işin çelişkisi şudur: Amerika kamusal alanda acımasızken, özel hayatta aileye, sadakate ve bireysel bağlara büyük değer verir.

Amerika’nın ahlaki duruşundan söz ettiğimizde aslında kastedilen şey devlet sistemi ve kapitalist düzendir. Savaş kararı alanlar, müdahaleleri yönetenler, şirketleri devletten güçlü kılanlar yönetici sınıftır. Ama o sistemin içinde yaşayan milyonlarca insan; işçiler, çiftçiler, göçmenler, siyahî aileler, öğrenciler çoğu zaman bu düzenin mağdurudur. Örneğin: Sağlık sistemindeki adaletsizlik yüzünden tedavi olamayan sıradan bir Amerikalı aile, devletin devasa bütçesine rağmen ezilir. Bankaların borç batağına sürüklediği çiftçiler sistemin gerçek mağdurlarıdır. Irkçılık nedeniyle polis şiddetine uğrayan George Floyd gibi insanlar masumların acısını temsil eder. Amerikan halkı içinde aile bağlarına, arkadaşlığa, sadakate değer veren insanlar vardır. Onlar da sistemin yükünü sırtında taşır. O yüzden Amerika’ya baktığımızda hem acımasız bir devlet aklı hem de masum insanların yaşam mücadelesinin yan yana durduğunu görürüz. Amerika Birleşik Devletleri, bir yandan özgürlük ve fırsatların ülkesi, diğer yandan savaşların, sömürünün ve adaletsizliğin kaynağıdır. Bu ikilik onun hem cazibesini hem de eleştirilen yüzünü açıklar. Devlet aklı ve kapitalist düzen gücü ve çıkarı ahlakın üstünde konumlandırırken; içeride masum insanların, ailelerin ve ezilen grupların varlığını görmezden gelmemek gerekir.

Kara Kentin Kahkahası

Ah Tanrım, ne solgun diye mırıldanırdı papaz acı çekiyor gibi görünen şu kadının kahkahası Çoktan yanıp kül olmuş kara kentin iti kopuğu...