İnsanlık, varlığı en başından beri sözle görünür hâle gelen ve sözle inşa edilen bir gerçeklik olarak kavramıştır. Bu durum insan bilincinin dünyayla kurduğu en erken ve en derin ilişkinin ifadesidir. Mitolojik düşünce, insanın kendini tabiatın içinde konumlandırdığı, varlıkla arasına ayrım koymadığı bir bilinç hâlini temsil eder. Bu bilinç düzleminde ad, söz, kelâm ya da logos, varlığı betimleyen bir araçtan ziyade varlığı mümkün kılan asli bir unsur olarak işlev görür.
Eski Mısır’da “adı olmayan şey yoktur” anlayışı, söz ile varlık arasındaki bu kopmaz bağı en yalın biçimiyle ortaya koyar. Ad, nesnenin kendisi olarak düşünülür. Bu nedenle söz varlıkla doğrudan özdeş bir mahiyet taşır. Aynı ontolojik sezgi, Yunan düşüncesinde logos kavramıyla, Hıristiyanlıkta Tanrısal Söz öğretisiyle, İslam düşüncesinde ise “kün fe yekûn” anlayışıyla farklı biçimler altında tarihsel süreklilik kazanır.
Din mitolojik düşüncenin başka bir dile, başka bir düzene ve daha karmaşık bir bilinç seviyesine taşınmasıyla ortaya çıkan tarihsel bir yapıdır. Mit, bütüncül ve ham bir dünya algısını temsil ederken; din, bu algının ahlâkî, hukukî ve toplumsal bir çerçeve içinde yeniden örgütlenmiş hâlini sunar. Mitin dağınık enerjisi din aracılığıyla yoğunlaşır, kurallaşır ve süreklilik kazanır.
Batı düşüncesinin logos merkezli yapısı ve Derrida’nın bu yapıya yönelttiği eleştiri de bu sürekliliği görünür kılar. Modern felsefe rasyonelleştirici çabasına rağmen sözün merkezî konumunu korur. Derrida’nın logosentrizmi çözümleme girişimi dahi, sözün düşünceyi kuran temel zemin olma özelliğini dolaylı biçimde açığa çıkarır.
İnsan zihninin mitolojik evrede şekillenen varlık anlayışı, dinle birlikte yeni bir düzen ve yeni bir ifade biçimi kazanır. Tanrı fikri de bu dönüşümün merkezinde yer alır; söz aracılığıyla inşa edilen bir varlık ufkunun en yoğun ifadesi olarak belirginleşir.
Mit, din ve felsefe arasında dönüşüm, yoğunlaşma ve yeniden ifade ediş süreçleri bulunur. Söz bu sürekliliğin omurgasını oluşturur. İnsan dünyayı önce sözle inşa eder, ardından bu sözü kutsal bir düzleme taşır, daha sonra onu sorgulama cesareti geliştirir. Ancak her aşamada söz, varlığın açığa çıkmasının temel zemini olarak kalır. İnsan bilinci için varlık, söze dökülerek anlam kazanır ve bu anlam içinde görünür hâle gelir.