Psikoloji Tarihi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Psikoloji Tarihi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

22 Ağustos 2025 Cuma

Freud ve Psikanalizin Doğuşu: Bilimsel ve Tarihsel Bir Çerçeve

 


Bu makale, Andrew Scull’un Uygarlık ve Delilik: Akıl Hastalığının Kültürel Tarihi adlı eserinde yer alan “Freud ve Psikanalizin Doğuşu” bölümünden hareketle hazırlanmıştır.

Freud ve Psikanalizin Doğuşu: Bilimsel ve Tarihsel Bir Çerçeve

Psikanaliz, modern psikolojinin ve psikiyatri tarihinin en etkili kuramlarından biri olarak kabul edilir. Ancak Sigmund Freud’un bu kuramı geliştirmesi, bilimsel bir adanmışlıktan çok toplumsal ve ekonomik koşulların baskısından beslenir. Freud, Viyana’da genç bir hekim olarak meslek hayatına başladığında ciddi geçim sıkıntıları yaşar. Muayene gelirleri sınırlıdır ve ailesini geçindirmek zorundadır. Bu koşullar, onun özellikle histeri hastalarıyla ilgilenmesine yol açar. Dönemin tıp çevrelerinde marjinal görülen bu hasta grubu, Freud için hem düzenli bir gelir kaynağı hem de yeni bir düşünsel alan yaratır. Böylece psikanalizin doğuşu, bilimin yanı sıra sosyo-ekonomik zorunlulukların da ürünüdür.

Charcot ve Hipnoz Deneyimleri

Freud’un düşünsel yönelimi, 1885 yılında Paris’te Jean-Martin Charcot’nun kliniğinde geçirdiği süre ile belirginleşir. Charcot, histeri vakalarını yalnızca organik nedenlerle açıklamaz; hipnoz altında ortaya çıkan semptomları ruhsal süreçlerin göstergesi olarak yorumlar. Freud, Charcot’nun seanslarında, felç belirtilerinin hipnozla ortaya çıkıp kaybolduğunu gözlemler. Bu deneyimler, onda psikopatolojinin zihinsel kökenlerine dair bir inanç oluşturur. Ancak Viyana’ya dönüşünde hipnozun sınırlı bir yöntem olduğunu fark eder. Hastalar kısa süreliğine rahatlar, fakat semptomlar geri döner.

Breuer ve Anna O. Vakası

Freud’un psikanalize yönelmesinde dostu Josef Breuer ile ilişkisi kritik rol oynar. Breuer’in hastası Bertha Pappenheim -tarihe Anna O. adıyla geçen-, konuşarak geçmiş travmalarını dile getirdiğinde semptomlarında hafifleme yaşar. Breuer bu yöntemi “konuşma tedavisi” olarak adlandırır. Freud bu vakayı psikanalizin kurucu örneği olarak kabul eder ve kuramının temeline yerleştirir. Hipnozu bırakmasının ardından Freud, zihinsel süreçleri açıklamak için bastırma kavramını merkeze alır. Ona göre insan zihni, toplumsal normlara ve ahlaka aykırı arzuları bilinçdışına iter. Bastırılan hiçbir içerik yok olmaz; çeşitli biçimlerde geri döner. Histeri, nevroz, rüyalar ve takıntılar, bu bastırılmış içeriklerin farklı tezahürleridir. Freud’un bastırma kuramı, bireysel psikoloji ve uygarlık eleştirisi açısından da önem taşır. Ona göre uygarlık, bireyin ruhsal bütünlüğünün bedelini talep eder. Toplumsal düzen, bireyin arzularını susturarak işler; ancak bu susturma, nevrotik çatışmalar biçiminde geri döner. Böylece psikanaliz, bir tedavi yöntemi olarak kültürel bir eleştiri aracı hâline gelir.

Freud’un Kuramına Yönelik Eleştiriler

Freud’un çağdaşları, onun teorilerini genellikle şüpheyle karşılar. Özellikle bastırma ve bilinçdışı kavramları, dönemin bilim çevreleri tarafından “kanıtsız” ve “masalsı” olarak nitelendirilir. Kimileri Freud’u sahte hekimlikle suçlar. Bununla birlikte Freud, eleştiriler karşısında kuramını geliştirmeyi sürdürür. Ona göre psikolojinin görevi, yalnızca gözlemlenebilir semptomları açıklamak değil, görünmeyen zihinsel süreçleri de kavramaktır.

Deliliğin Evrenselliği

Freud’un en çarpıcı görüşlerinden biri, deliliğin yalnızca belirli kişilere özgü olmadığı, herkesin zihninde pusuya yatmış bir potansiyel olarak bulunduğudur. Delilik, insan ruhunun olağan yapısının bir parçasıdır. Normal ile anormal arasındaki sınır, sanıldığı kadar keskin değildir. Bu yaklaşım, Freud’u çağdaşlarından ayırır ve psikanalizin modern psikolojiye getirdiği en radikal katkılardan biri olur. Freud’un psikanalizi, bilimin, toplumsal koşulların ve kişisel deneyimlerin birleştiği bir noktada şekillenir. Bir yanda bilinçdışı kavramıyla insan ruhuna dair yeni bir paradigma sunan kurucu bir dahi vardır; diğer yanda geçim sıkıntıları içinde kuramını inşa eden ve kimi zaman vakaları kuramsal amaçlarla idealize eden bir hekim. Anna O. örneği, psikanalizin doğuşundaki bu çelişkileri simgeler. Freud’un kalıcı önemi, kendi zaaflarını da kapsayan bir kuram geliştirmesinde yatar. Onun açtığı yol, insan zihninin yalnızca bilinçle açıklanamayacağını gösterir. Psikanaliz, bu yönüyle, modern insanın kendini anlama çabasının en güçlü simgelerinden biri hâline gelir.

Kara Kentin Kahkahası

Ah Tanrım, ne solgun diye mırıldanırdı papaz acı çekiyor gibi görünen şu kadının kahkahası Çoktan yanıp kül olmuş kara kentin iti kopuğu...