Tiyatroda
Kolektif Hafıza ve Tanıklık: M. Hayati Özkaya’nın Oğuz Amca Diye Biri Adlı
Eseri Üzerine Edebi ve Tematik Bir İnceleme
Oğuz Amca Diye Biri adlı tiyatro metni, Çanakkale
Savaşı’nı bir milletin vicdanında yankılanan derin bir hafıza alanı olarak ele
alır. Karakterlerin iç dünyalarıyla şekillenen dramatik yapı, savaşın bireysel
ve toplumsal düzeydeki etkilerini katmanlı biçimde yansıtır. Bu bağlamda oyun,
ulusal kimliğin duygusal ve düşünsel temellerine dair güçlü bir edebi anlatım
sunar.
Tiyatro sanatı, sahne ile sınırlı bir gösteri olmaktan
çok, toplumun hafızasını şekillendiren ve yeniden inşa eden bir alan olarak
işlev görür. Bu bağlamda M. Hayati Özkaya’nın Oğuz Amca Diye Biri adlı
eseri, bireysel acıların ortak bir bilinç havuzuna dönüştüğü, dramatik yapı
aracılığıyla bir milletin yeniden doğuşunun temsil edildiği güçlü bir tiyatro
örneğidir. Çanakkale Savaşı’nı odağına alan eser, savaşın yalnızca cephede
yaşanmadığını, aynı zamanda evlerin içini, kalpleri ve vicdanları da sarsan bir
olgu olduğunu ortaya koyar. Bu yönüyle eser, bir kültürel travmanın sanatsal
çözümlemesidir. Bu görüş, tiyatronun hafıza koruyucu ve aktarıcı yönüne dikkat
çeken Gözde Pelister’in ‘‘Gelecek İçin Belleği Korumak: Tiyatro Arşivi
Oluşturma Gerekliliği’’ başlıklı çalışmasıyla da örtüşmektedir. Ayrıca, hafıza
mekânları ile kimlik arasında kurulan ilişkinin kültürel temellerine işaret
eden Semih Evciman’ın çalışması da, bireysel ve kolektif belleğin tiyatro
aracılığıyla nasıl somutlaştığını kavramak açısından önemli bir kuramsal
çerçeve sunar.
Oğuz Amca Diye Biri, klasik dramatik yapıdan
sapmaksızın, sahnelemeye açık bir şekilde yapılandırılmıştır. 13 tablodan
oluşan bu kurgu, zamansal sıçramalar ve mekânsal değişimlerle çok boyutlu bir
anlatı yaratır. Sahneler arasındaki geçişlerde kullanılan ses efektleri (top
sesleri, silahlar, türkü ezgileri), sahnelerin duygusal yoğunluğunu besleyen
bir anlatım unsurudur. Bu noktada, metin teatral bir disiplinle yazılmış olsa
da sinematografik unsurlar barındırır.
Zaman çizgisi doğrusal değildir. Gerilim, yalnızca dış
dünyada yaşanmaz, karakterlerin zihinsel ve duygusal süreçlerinde de yükselir.
Mektuplar, iç monologlar ve anılar, savaşın bireyler üzerindeki ruhsal etkisini
izleyiciye hissettirir. Bu bağlamda oyun, Bertolt Brecht’in savunduğu ‘duygusal
mesafe’ yerine seyirciyi sahneye ruhen dahil eden bir yapıyı tercih eder.
KARAKTER ANALİZLERİ
Oğuz Amca: Toplumsal
hafızayı ve nesiller arası aktarılması gereken bilgeliği temsil eden bir figür
olarak, geçmişin acılarını bugünün deneyimleriyle harmanlar. Onun sözleri,
tarihsel bir mirasın ve modern duygusal yaraların birleşimini simgeler.
Hasan Şakir: İçsel
çatışmalarını, aşkını ve duygu yüklü mektuplarla ifade eden bu karakter,
savaşın birey üzerindeki ruhsal sınavını gözler önüne serdikten sonra trajik
bir sonla ölür.
Yusuf: Hasan
Şakir’in arkadaşı, diğer askerlerin mektuplarını okuyarak savaşın acılarına
tanıklık eder; onun gözlemleri, savaşın insana dokunan yönlerini izleyiciye
aktarır.
Dilârâ: Kadın figürü
olarak bekleyiş, sabır ve dirençle öne çıkan Dilârâ, savaşın getirdiği
zorluklara rağmen umudun ve inancın varlığını simgeler.
Mustafa: Vatan uğruna
savaşıyor olmanın yüce duygularını taşıyan genç, evlatlık ve askerlik
rollerinde yaşadığı kimlik çatışmasıyla şehadet mertebesine yükselir.
Sucu Ali Sahnesi: Bu
sahnede, genç bir karakter yanlışlıkla düşman bölgesine girer ve onlara su
verir; karşılığında düşmanlar, ona süt verip kendi bölgesine gönderir. Bu olay,
savaş ortamında bile insanî dokunuşların ve barışın var olabileceğini gösterir.
Mendebur İdris ve Muzır Ruşen: Sahnenin
acımasız gerçekliğini hafifletmek adına aralarındaki esprili takışmalar ve
tatlı şakalarla, savaşın korkunç atmosferine insancıl bir renk katarlar.
TEMALARIN DERİNLİĞİ
Vatan Sevgisi ve Fedakârlık: Eserin
tüm katmanlarında işlenen bu tema, karakterlerin söylemlerinde ontolojik bir
zorunluluk olarak ele alınır. Vatan, uğruna ölünerek var olan bir değer olarak
sunulur.
Aşk ve Ayrılık: Hasan
Şakir ve Dilârâ’nın ilişkisi, savaşın gölgesinde filizlenen aşk; insanın en
temel duyguları ile tarihsel zorunluluklar arasındaki kırılmayı da temsil eder.
Bu aşk, bireysel hazdan çok bir idealin yüküyle şekillenir.
Hafıza ve Tanıklık: Oğuz
Amca, Yusuf ve mektuplar, kolektif hafızanın sahnedeki taşıyıcılarıdır.
Tanıklık, olayları geleceğe aktarmak, acıyı unutmamak, anlatıyla iyileşmektir.
Bu bağlamda, bireysel hafıza ile toplumsal hafızanın çakıştığı mekânsal ve
anlatısal alanların, kimlik inşası açısından taşıdığı önemi vurgular. Yusuf’un
sahneleri bu kuramsal çerçevede değerlendirilebilir. Ayrıca, tiyatro sahnesinin
sadece anlatımdan ibaret olmadığını, aynı zamanda hafıza mekânı olduğuna işaret
eden Kalyon’un Seyirciden Oyuncuya: Tiyatroda Rol Değişimi ve Etkileşimsel
Dramaturji çalışması da, bu metindeki seyirci-oyun ilişkisinin
yorumlanmasında katkı sunar.
Şehadet ve Sessizlik: Metnin
birçok yerinde ölüm, kutsal bir tamamlanış olarak verilir. Sessizlikler,
eksiltili cümleler ve gözyaşı yerine suskun kalan karakterler, sözün bittiği
yerde metni ağırlaştırır ve derinleştirir.
Eser, halk ağzı ile bireysel iç konuşma arasında
kurulan dengeyle dikkat çeker. Türkülerin sahne geçişlerinde kullanılması, epik
bir ritim yaratır. Mektuplar, dramatik yoğunluğu en çok artıran araçlardır.
İçeriğe duygusal derinlik katmakla kalmaz, sahneler arasında köprü işlevi de
görür.
Işık ve ses unsurlarının sahnede bilinçli bir biçimde
kullanılması, yalnızca fiziksel bir atmosfer yaratmakla kalmaz, aynı zamanda
karakterlerin ruhsal durumlarını da yansıtır. Bu yönüyle eser, klasik tiyatro
kalıplarını zorlamadan, modern anlatım olanaklarını da başarıyla kullanır.
Çanakkale Cephesi üzerinden şekillenen metin, Türk
milletinin ortak belleğinde derin izler bırakan bir travmanın, tiyatro
sahnesine dönüştürülmüş hâlidir. Metin, yalnızca geçmişe ait bir anlatı sunmaz;
bugünün okuruna da sorular yöneltir: Biz o ruhu taşıyor muyuz? Fedakârlığın
anlamını hâlâ biliyor muyuz?
Eser bu yönüyle hem bir anma hem de bir sorgulama
işlevi görür. M. Hayati Özkaya’nın Oğuz Amca Diye Biri adlı tiyatro
metni, savaşın ruhsal ve kültürel bir olgu olduğunu göstermek açısından önemli
bir edebi belgedir. Vatan sevgisi, tanıklık, bekleyiş, fedakârlık gibi çok
katmanlı temaları iç içe işleyen metin, tiyatronun toplumsal bilinçte de iz
bırakan bir sanat olduğunu hatırlatır.
KAYNAKÇA
Özkaya, M. Hayati. (2024). Oğuz Amca Diye Biri.
Ötüken Neşriyat.
Pelister, G. (2022). Gelecek İçin Belleği
Korumak: Tiyatro Arşivi Oluşturma Gerekliliği. Konservatoryum-Conservatorium,
9(1), 115–130.
Evciman, S. (2022). Hafıza Mekânlarının ve
Hafıza-Bireylerin Bir Aradalığı ve Hafıza-Kimliğin Sürekliliği: Türkiye
Caferileri Örneği. Ege Sosyal Bilimler Dergisi, 3(1), 1–33.
Kalyon, E. (2025). Seyirciden Oyuncuya:
Site-Spesific Tiyatroda Rol Değişimi ve Etkileşimsel Dramaturji. Dramatist
Türkiye.