Jared Diamond ve Çöküş'ten Notlar: Kızıl Erik, Grönland’ın Arktik Halkları ve Çevresel Uyumun Toplumsal Çözümlenmesi
Kızıl Erik’in Öyküsü: Göç, Keşif ve Nors Toplumunun İzleri
Kızıl Erik, ya da gerçek adıyla Erik Thorvaldsson, yaklaşık 950 yılında Norveç’in güneybatısındaki Jaeren bölgesinde doğdu. Lakabı olan Kızıl, muhtemelen dikkat çekici kızıl saçları ve sakallarından geliyordu. O, Viking çağının en tanınmış figürlerinden biri olarak, hem kendi yaşamı hem de soyundan gelenlerle birlikte İskandinav keşiflerinin yönünü değiştirmiştir. Erik’in hayatı, daha çocukken Norveç’ten sürgün edilen babası Thorvald Asvaldsson ile birlikte İzlanda’ya göç etmesiyle şekillendi. Thorvald, bir adam öldürme suçu nedeniyle Norveç’ten kovulmuştu. Bu olay, Erik’in kaderini belirleyen ilk göç dalgasıydı. İzlanda’ya yerleşen aile, burada yeni bir hayat kurdu. Ancak Erik, babasının kaderini bir anlamda tekrar etti. Yetişkinliğe eriştikten sonra, komşularıyla yaşadığı anlaşmazlıklar ve şiddet olayları nedeniyle birkaç kişiyi öldürdü. Bu cinayetler sonucunda, İzlanda’nın meclisi olan Althing tarafından üç yıl süreyle sürgün cezasına çarptırıldı. Sürgün kararı, Erik’in hayatında dönüm noktası oldu. Batıya doğru yelken açarak, daha önce bazı Vikinglerin varlığını duyduğu ama kalıcı olarak yerleşemediği bir kara parçasına yöneldi: Grönland. Erik, üç yıl boyunca bu yeni toprakları keşfetti. Kıyı şeridini inceledi, kışları geçirebileceği bölgeleri belirledi ve bu toprakların yerleşim için uygun olduğunu düşündü. Sürgün süresi dolduğunda İzlanda’ya geri döndü ve Grönland’ı Yeşil Ülke olarak tanıttı. Bu isim, aslında bir pazarlama stratejisiydi. Sert iklimine rağmen, Grönland’ı cazip göstermek ve yeni yerleşimcileri ikna etmek için bu ismi seçmişti.
985 yılında, Erik öncülüğünde 25 gemilik bir göçmen filosu Grönland’a doğru yola çıktı. Ancak yolculuk zorlu geçti; sadece 14 gemi hedefe ulaşabildi. Grönland’ın güneybatı kıyısında, bugünkü Narsarsuaq yakınlarında Brattahlid adlı yerleşimi kurdu. Bu yerleşim, Avrupa dışındaki ilk kalıcı İskandinav kolonisi olarak tarihe geçti. Erik burada liderlik yaptı, tarım ve hayvancılıkla uğraştı, koloniyi organize etti. Pagan inançlarına sıkı sıkıya bağlıydı; Hristiyanlığı kabul eden karısının ısrarlarına rağmen dinini değiştirmedi. Hatta karısının Grönland’da bir kilise yaptırmasına bile uzun süre karşı çıktı.
Kızıl Erik’in Nors toplumu ile bağı çok derindi. O, Viking kültürünün özünü taşıyan bir figürdü: cesur, gözü kara, onuruna düşkün ve keşif ruhuyla dolu. Nors toplumu, klan yapısına dayalı, savaşçı bir kültüre sahipti. Hukuk sistemi, Althing gibi meclislerde alınan kararlarla yürütülüyordu. Sürgün, bu toplumda hem bir ceza hem de yeni fırsatların kapısını aralayabilecek bir durumdu. Erik’in sürgünü, onu yeni bir dünya kurmaya yöneltti. Bu yönüyle, Nors toplumunun hem karanlık hem de yaratıcı yanlarını temsil eder. Erik’in oğlu Leif Erikson, babasının izinden giderek daha da batıya yelken açtı ve Kuzey Amerika kıyılarına ulaştı. Ancak Kızıl Erik, bu yolculuğa katılamadı. Rivayete göre, Leif’in Amerika seferine katılmak üzereyken atından düşen Erik, bunu uğursuzluk sayarak yolculuktan vazgeçti. Kısa bir süre sonra Grönland’da çıkan bir salgında hayatını kaybetti. Kızıl Erik’in yaşamı, Viking çağının göç, keşif ve yerleşim dinamiklerini anlamak için eşsiz bir örnektir. Onun hikâyesi bir kültürün sınır tanımayan ruhunun hikâyesidir.
Jared Diamond’ın Çöküş kitabında Kızıl Erik’in ve onun öncülüğünde kurulan Grönland Nors topluluğunun öyküsü, çevresel uyum, kültürel esneklik ve hayatta kalma mücadeleleri bağlamında ele alınır. Diamond, Grönland’daki Nors yerleşimini, toplumların çevresel koşullara uyum sağlama becerilerinin hayati önemini göstermek için inceler.
Kızıl Erik’in Grönland’a göçü, aslında bir cesaret ve keşif örneğidir. Erik yeni bir dünya kurmaya çalışmış, bu toprakları Yeşil Ülke olarak tanıtarak insanları oraya çekmiştir. Ancak Diamond’a göre bu yeni toplum, çevrenin gerçeklerine ayak uydurmayı başaramamış; Norveç’teki ve İzlanda’daki alışkanlıklarını Grönland’ın ağaçsız, soğuk ve verimsiz topraklarına dayatmaya çalışmıştır.
Diamond, Grönland Norslarını doğayla uyum sağlayamayan ve Inuit halkının başarılı yaşam biçimlerinden ders almayan bir toplum olarak örnek gösterir. Norslar, tarım ve hayvancılığı kendi bildikleri şekilde sürdürmüş, deniz ürünlerini yeterince kullanmamış ve ticarete aşırı bağımlı kalarak Küçük Buz Çağı gibi iklim değişiklikleri ve Avrupa’daki krizler nedeniyle izole hale gelmiştir.
Diamond’un kitabında Kızıl Erik’in hikâyesi, çevresel körlük, kültürel esneklik eksikliği ve kısa vadeli uyum başarısının uzun vadeli çöküşe nasıl yol açabileceğinin tarihsel bir örneği olarak sunulur.
***
Viking Çağı’nda Norveç Kralı Harald Harfagre (Güzel Saçlı Harald) döneminde merkezi otoritenin güçlenmesi ve Norveç’in siyasi birliğinin sağlanmaya başlanması, bağımsız çiftlik sahipleri, savaşçılar ve özellikle suç işleyen ya da sürgüne mahkûm edilen bireyler üzerinde önemli bir baskı oluşturmuştur. Bu süreçte Kızıl Erik’in babası Thorvald Asvaldsson da bir adam öldürme suçu nedeniyle Norveç’ten sürgün edilmiş ve ailesiyle birlikte batıya, İzlanda’ya göç etmek zorunda kalmıştır. Bu tür bireysel sürgünler ve merkezi otorite baskısı, batıya doğru yeni topraklar arayışını teşvik etmiş ve İzlanda ile Grönland gibi yerleşimlerin kurulmasına zemin hazırlamıştır. Kral Harald’ın iktidarı doğrudan bir sürgün kararından çok, göç ve keşif hareketlerini dolaylı biçimde tetikleyen bir yapı olarak değerlendirilebilir.
***
İnuitler
Grönland’ın zorlu coğrafyasında, Nors yerleşimlerinin kurulduğu dönemde aynı bölgede Inuit halkı da yaşıyordu. Inuitler, Kuzey Kutbu çevresinin sert iklimine binlerce yıl boyunca geliştirdikleri bilgi, beceri ve teknolojiyle uyum sağlamış bir toplumdu. Avlanma yetenekleri, hayatta kalmalarının temel dayanağıydı. Fok, mors ve balina gibi deniz memelilerini avlamak ve balıkçılığı geçimlerinin merkezine yerleştirmek, bu toplumun doğayla kurduğu uyumun en önemli örneklerindendi. Bu başarıyı sağlayan önemli unsurlardan biri, ustalıkla yaptıkları kanolardı. Özellikle tek kişinin kullanımı için tasarlanmış, hafif ve çevik kanolar, donmuş sularda ve dar geçitlerde avlanmayı mümkün kılmış; av sırasında manevra kabiliyeti sağlamıştır. Bu kanolar avcının adeta uzantısı gibi işlev görmüş, bireysel avlanma becerilerini zirveye taşımıştır.
İnuitler ayrıca kar ve buzdan iglolar inşa ederek barınma ihtiyaçlarını karşılamış, hayvan derilerinden ve kürklerden soğuk iklim koşullarına dayanıklı giysiler üretmişlerdir. Jared Diamond’ın Çöküş kitabında vurguladığı gibi, Inuitler çevresel kaynakları büyük bir ustalık ve sürdürülebilirlik anlayışıyla kullanabilmiş, böylece Grönland’ın sert doğasında kalıcı bir varlık göstermeyi başarmışlardır. Diamond, bu başarıyı Grönland’daki Nors toplumu ile karşılaştırarak inceler. Norslar, çevreye uygun geçim stratejilerini benimsemek yerine Norveç ve İzlanda’dan getirdikleri geleneksel tarım ve hayvancılık sistemlerine bağlı kalmış; deniz memelilerini avlamayı ve Inuitlerin deniz kaynaklarına dayalı yaşam biçimini benimsememişlerdir. Norslar, kültürel esneklik eksiklikleri nedeniyle iklim değişikliği ve dış ticaret ağlarının çökmesi karşısında giderek kırılgan hale gelmiş ve nihayetinde toplumları çökmüştür.
Dorsetler
Grönland’ın ve Kuzey Kutbu’nun ilk sakinlerinden biri olarak kabul edilen Dorset kültürü, bölgeye Inuitlerden önce yerleşmiş avcı-toplayıcı bir toplumdu. Dorsetler, MÖ yaklaşık 500 ile MS 1500 yılları arasında Grönland, Kanada Arktik Adaları ve Labrador Yarımadası gibi bölgelerde yaşamışlardır. Hayatta kalma stratejileri esas olarak deniz memelilerini ve karada yaşayan hayvanları avlamaya dayanıyordu. Kalın kıyafetler, taş ve kemikten yapılmış araçlar, buzda yaşamaya elverişli barınaklar gibi teknolojiler geliştirmişlerdi. Ancak tarihsel süreçte Dorset kültürü zamanla bölgeden çekilmiş ve ortadan kaybolmuştur. Bunun nedenleri kesin olarak bilinmemekle birlikte, arkeolojik ve iklimsel veriler ışığında birkaç temel etken öne çıkar. İklim koşullarındaki değişiklikler, özellikle Küçük Buz Çağı öncesindeki soğuma dönemleri, av kaynaklarının azalmasına ve yaşam koşullarının zorlaşmasına yol açmış olabilir. Ayrıca Dorsetlerin teknolojik olarak sınırlı kalmaları ve deniz avcılığı konusunda Inuitler kadar gelişmiş tekniklere sahip olmamaları, onları daha esnek ve uyumlu bir kültüre sahip olan Inuitler karşısında dezavantajlı duruma düşürmüştür. Muhtemelen Inuitlerin yayılması ve onların gelişmiş avlanma, ulaşım ve barınma teknikleri Dorsetlerin varlığını zorlaştırmış; bu etkileşim ve çevresel baskılar Dorset kültürünün zamanla kaybolmasına zemin hazırlamıştır.
Dorsetlerin ardından Grönland’a ve Arktik bölgesine yerleşen Inuitler, çevre koşullarına uyum sağlama açısından çok daha gelişmiş teknik ve sosyal yapılara sahipti. İnuitler, binlerce yıl boyunca zorlu kutup koşullarında hayatta kalmayı başaran, doğayla uyumlu bir yaşam tarzı geliştirmiş bir toplumdu. Bu karşılaştırma, çevresel uyumun ve kültürel esnekliğin bir toplumun varlığını sürdürebilmesinde ne denli belirleyici olduğunu göstermektedir.
Bu durumda şunu da söyleyebiliriz: Avrupa ile iletişim halinde olan ve ticaret yapan Norslar, tüm bu bağlantılarına rağmen, çevreye uyum sağlayamayan bir toplum olarak başarısız olmuş; daha basit teknolojilere sahip görünen fakat doğayla uyumlu yaşam biçimi geliştiren Inuitler ise hayatta kalmayı başarmıştır. Bugün Inuitlerin varlığını sürdürmesi, uyum ve esnekliğin toplumların uzun vadeli başarısında belirleyici olduğunu kanıtlamaktadır.