8 Mayıs 2025 Perşembe

Adı Konmayan Bir Şey

 


Adı Konmayan Bir Şey

Bazı sabahlar, hiç hatırlamadığı bir yerde uyandığını düşünür insan. Uğramayı düşünmediği sokaklardan geçer, tanımadığı yüzlere baktığında geçmişten bir iz bulur. O sabah benim için öyleydi. Zihnimde kurulmuş bir planım yoktu. Ama ruhumda, susturamadığım bir çağrı yankılanıyordu. Kahvaltı salonunun camı buğuluydu, içeri güneş ışığı vuruyordu ama ben çayın sıcaklığını hissedemiyordum, simidin gevrekliği umurumda değildi. Kalbimdeki bir şey, birkaç dakika sonra olacak olanı önceden sezmiş gibi huzursuzdu…

Öylesine yürüdüm. Ama bu yürüyüşü, bedenimle yapmıyordum sanki, yaşanmışlıkların ayaklarıydı yürüyen. Ve bir anda… Orada durdum. On yıl önce, son kez sana baktığım yerde. Sırtında gri montun vardı, gözlerin ışıksız ama kararlıydı… Ben sana söylemek istediğim cümlelerimi önceden kurmuştum; ama tek kelime edememiştim. Çünkü bazı duyguların dili yoktu. Onlar sadece susarak yaşanırdı.

Bugün de kimse yoktu orada. Ama senin olmadığını bile bile, kalbim seni bekliyordu. İşte bu, denetleyemediğim yanımın hâlâ hayatta olduğunun kanıtıydı. Bazen insan, bir hayalin geri dönmeyeceğini bilse de ona kalbinde yer açmaya devam eder. Ve bu yer, zamanla kişiliğine dönüşür.

Yabancısı olduğum bir sabahın içinde, gözlerimi kapattım. Ve sende eksik kalmış beni düşündüm. Senle tamamlanamayan yanımı. O durağın önünden ayrıldım ama unutamadığım bir şey hâlâ oradaydı. Bazı yerler, zamanı sadece saklamaz; onu tekrar tekrar yaşatır. Düşünce böyle bir yerdi. Hafızamın daracık bir köşesinde, yırtılmış bir fotoğraf gibi bekliyordu: Bir çocuğun, her şey yolundaymış gibi durmaya çalışan yüzü.

O çocuk bendim. Yemek masasındaki sessizliklerde büyüyen, sorulmamış sorularla baş başa kalan, kendine neden böyle hissettiğini açıklayamadan susan. O çocuğun içinde hep bir ‘eksik halka’ vardı. Adını koyamazdım, çünkü hiçbir zaman adı öğretilmemişti. Ama o eksiklik bazen bir hediyeyi açarken, bazen doğum günü pastasındaki mumları üflerken hissedilirdi. Ve en çok da… biri ‘seninle gurur duyuyorum’ demediğinde.

İşte o eksiklik büyüdü. Bir gün gözlerine baktığım kadına dönüştü. Çünkü biz, çocukluğumuzda alamadığımız sevgiyi bazen yanlış gözlerde ararız. Ve bulamadığımızda, suçlu gibi hissederiz. Oysa ne o kadın suçluydu ne de ben eksik bir adamdım. Sadece… o boşluğu dolduracak cümle hiçbir zaman onun sesinde yoktu. Yine de, onu her düşündüğümde, çocukluğumda sakladığım bir boşluğa ad veriyordum sanki. Ve bu yüzden, onun eksikliğiyle tanımlanmıştım. Bazı insanlar bizi bırakmaz. Çünkü biz, onların gidişine izin vermeyiz. Bilinçli bir karar değildir bu. Ruh, bazen bir kaybı sonsuz bir hikâyeye çevirir.

Tavsiye

Aşkı hissetmek tek başına yetmiyor; karşı tarafın aşkı idrak etmesiyle tamamlanıyor. O idrak olmayınca aşk, tek kişilik bir yük gibi kalıyor...