
Kurtlarla Koşan Kadınlar: Vahşi Kadının
İzinde Derin Bir İnceleme
Clarissa Pinkola Estés’in Kurtlarla Koşan Kadınlar adlı eseri, masal,
mit, psikanaliz ve ruhsal arayışın kesişiminde duran, edebî olduğu kadar
terapötik bir yolculuktur. Jung’un analitik psikolojisinden beslenen Estés,
“vahşi kadın arketipi”ni merkeze alarak, kadınların tarih boyunca bastırılmış
içgüdülerini, sezgilerini ve yaratıcı güçlerini yeniden uyandırmaya çağırır. Bu
çağrı, modern dünyanın kadın ruhunu törpüleyen hız, disiplin, tüketim ve
ataerkil düzen karşısında bir hatırlatma işlevi görür: Kadın, özünde doğayla,
ölüm ve yaşam döngüsüyle, yaratıcılıkla ve sezgiyle uyumlu bir varlıktır; bu
özü bastırmak, ruhsal yaralanmanın temel kaynağıdır. Estés’in kitabı, farklı
kültürlerden topladığı masallar aracılığıyla ilerler. La Loba efsanesinde
kemikleri toplayarak kurdu yeniden canlandıran yaşlı kadın figürü, unutulmuş,
parçalanmış benliğin yeniden diriltilmesini simgeler. Mavi Sakal masalı, kadınların
sezgilerine kulak vermediğinde kendilerini yok edici güçlere teslim
edebileceğini, ancak farkındalık ve cesaretle bu zinciri kırabileceğini
gösterir. Kırmızı Ayakkabılar hikâyesi, yaratıcılığın ve arzuların sahici
kaynağından koparıldığında nasıl bir bağımlılığa, takıntıya ve ruhsal tükenişe
yol açtığını çarpıcı biçimde anlatır. Vasalisa ve Büyülü Bebek ise anne
atalarının bilgeliğini taşıyan sezgisel rehberin değerini, genç kadının
karanlık ormanda yolunu bulabilmesinin tek imkânı olarak sunar. Bu masallar her
biri, kolektif bilinçdışının kadın ruhuna dair kadim bir öğretisidir.
Kitabın özünde “vahşi kadın” kavramı vardır. Estés’in “vahşi”
kelimesiyle kastettiği bozulmamış, doğayla uyumlu, özgür ve yaratıcı bir özdür.
Vahşi kadın, ormanın ortasında uluyan kurt kadar özgün, ölüm ve yeniden doğuşu
aynı anda kucaklayan bir arketiptir. Modern toplumun “iyi kız”, “itaatkâr eş”,
“uyumlu çalışan” kalıpları, bu arketipi bastırır; kadınları içgüdülerinden,
rüyalarından, sezgilerinden, yaratıcı güçlerinden uzaklaştırır. Oysa Estés’e
göre, kadın kendi masallarına döndüğünde, rüyalarının dilini yeniden
öğrendiğinde, yaratıcılığını ve öfkesini sahiplenmeye başladığında, kurtlarla
koşmayı yeniden hatırlar. Bu hatırlayış bir tür ruhsal iyileşmedir; çünkü
unutulmuş benliğini geri çağırmak, içsel bütünlüğü yeniden kurmak demektir. Kitabın
dili, akademik çözümlemeyle mistik bir anlatıyı harmanlar. Bir yanda Jung’un
arketipler teorisini, kolektif bilinçdışı ve semboller kuramını kullanır; diğer
yanda masalların, şarkıların, şiirsel imgelerin büyüsüne yaslanır. Bu yönüyle
eser, bir “bilimsel inceleme” olmaktan öteye geçer; okura neredeyse ritüelistik
bir deneyim yaşatır. Her masal yalnızca teorik olarak çözülmez; aynı zamanda
okuyucunun iç dünyasına seslenen bir rehbere dönüşür. Bu yüzden Kurtlarla Koşan
Kadınlar, tek seferde okunacak bir kitap değildir tekrar tekrar açılıp
dinlenilecek bir “ruh defteri”dir.
Eserin etkisi, kadın ruhsallığını merkeze alarak bireysel ve kolektif
bir özgürleşmeye kapı aralamasından gelir. Feminist düşüncenin, özellikle
1990’lardan itibaren, kadınların içsel güçlerini keşfetme çağrısıyla birleşmiş;
Türkiye’de de kadınların kendi hikâyelerini yeniden yazma isteğiyle
buluşmuştur. Kadın okur, Estés’in çağrısında, unuttuğu bir şarkıyı,
çocukluğundan kalma bir masalı, rüyalarında gizlenmiş bir sesi yeniden işitir.
Bu ses, aslında kendi özünün sesidir. Kurtlarla Koşan Kadınlar, masalları
geçmişin eğlencelik anlatıları olmaktan çıkarıp, kadın ruhunun bugünkü
yaralarını onaran, ona yol gösteren yaşayan metinlere dönüştürür. Estés’in
derin ve şiirsel yorumu, okuyucuya şu soruyu bırakır: İçindeki vahşi kadını
susturarak mı yaşayacaksın, yoksa onunla birlikte kurtlarla koşmayı yeniden
hatırlayacak mısın?
La Loba (Kemik Toplayıcı Kadın) - Vahşi Kadının İlk Şarkısı
Masalın Özeti
Meksika çöllerinde, yalnız ve yaşlı bir kadın yaşar. Ona La Loba yani
“Kurt Kadın” denir. Yaşamını yalnızca bir şeye adamıştır: kemikleri toplamak.
Özellikle de kurtların kemiklerini. Çöllerde, kayalıkların arasında,
mağaraların diplerinde, kurumuş nehir yataklarında bulduğu kemikleri sabırla
bir araya getirir. Bütün iskelet tamamlandığında, kadın ateşin başına oturur,
şarkı söylemeye başlar. Söylediği şarkı, yalnızca ona özgü, derin ve büyülü bir
melodidir. Bu şarkı, kemiklere hayat verir. İskelet titreşir, etlenir, can
bulur ve bir kurda dönüşür. Kurt koşmaya başladığında, çölde ilerlerken bir
kadın olur. Bu masalın temel imgesi, ölmüş olanın yeniden dirilmesidir. La
Loba’nın kemikleri bir araya getirmesi, unutulmuş, kaybolmuş parçaların yeniden
toparlanmasını; şarkısı ise ruhun özünden gelen yaratıcı sesi simgeler.
Arketipsel Çözümleme
Jung’un arketipler kuramına göre kemikler, “kalıcı özü” simgeler. Et,
kas, deri çürüyebilir; ama kemik dayanır, en sağlam biçimde varlığını korur.
Kadın ruhunun en zor koşullarda bile yitirmediği, en derin, en sahici yanıdır
kemikler. La Loba’nın görevi bu unutulmuş parçaları bir araya getirmektir. Yaşlı
kadın figürü, Jungcu psikolojide “bilge yaşlı kadın” arketipidir. O, hem
korkutucudur hem de öğretici; hem ölümle ilişkilidir hem de hayatla. La
Loba’nın yalnızlığı bilgelik için gerekli olan mesafedir. Bu mesafeden bakarak
insan ruhunun çürüyen kısımlarını görebilir, onları yeniden diriltecek şarkıyı
söyleyebilir. Şarkı ise bilinçdışının dilidir. Kelimelerden çok titreşimlerle,
imgelerle, duygularla konuşur. Bu nedenle masalda şarkının sözleri verilmez:
çünkü o, her kadının kendi ruhundan çıkarması gereken eşsiz melodidir.
Kadın Psikolojisi ve Ruhsal Yolculuk
Modern dünyada kadın ruhu parçalanır. İş hayatı, aile sorumlulukları,
toplumsal roller, ataerkil beklentiler kadını özünden koparır. Kadın bir gün
bakar ki içinde canlı bir şey kalmamış; yalnızca kemikler vardır. Bu
depresyonun, tükenmişliğin ya da anlam kaybının simgesidir. La Loba, bu noktada
kadına “unutulmuş parçalarını bul” der. Hangi çocukluk düşlerini bıraktın?
Hangi şarkıyı susturdun? Hangi arzunu başkaları için terk ettin? Hangi içsel
sesini duymadın? Kemikleri toplamak, bu soruları sormaktır. Ruhun kayıp
parçalarını bir araya getirmek, bir terapi süreci kadar, yaratıcı eylemlere
geri dönmekle de mümkündür: yazmak, resim yapmak, dans etmek, dua etmek,
doğayla buluşmak. Şarkı söylemek, kadının kendi sesini bulmasıdır. Toplumun,
partnerin, işin sesi değil; kendi derin özünün sesi. Bu sesle kemikler
canlanır. Kadın, yeniden ayağa kalkar.
Toplumsal Bağlam
La Loba, modern kadının ruhsal yoksunluğunu gözler önüne serer.
Kapitalist toplum, kadını sürekli üretmeye, hızlanmaya, performans göstermeye
iter. Bu süreçte kadın, ruhunun kemiklerini kaybeder: zamanını, sezgilerini,
annelerinden devraldığı bilgelikleri. “Kemik toplamak” bu yüzden modern kadının
unutulmuş tarihini hatırlamasıdır. Kadın hareketleri, feminist söylemler,
ekofeminist yaklaşımlar da aslında bir tür kemik toplamadır: ataerkil kültürün
unutturduğu parçaları geri çağırmak. Kadın, kendi mitolojisini, kendi şarkısını
yeniden sahiplenmedikçe, La Loba’nın görevini tamamlayamaz.
Öğreti
La Loba masalı, kadınlara şunu öğretir: İçindeki vahşi doğa ölmedi;
yalnızca derinlerine gömüldü. En zor zamanında bile kemiklerin orada: özün, en
sağlam yanın. Onları sabırla topla. Sonra kendi şarkını söyle. Başkasının
değil, senin şarkını. Ancak o zaman ruhun yeniden koşacak, kurt olacak, kadın
olacak. La Loba’nın çağrısı, kadın için bir başlangıçtır. Bu masal, kitabın
girişinde yer alır; çünkü bütün diğer hikâyelerin temelini oluşturur. Her
kadın, içindeki La Loba’yı dinlediğinde, kaybolmuş parçalarını bulmaya ve
yeniden koşmaya başlar.
Mavi Sakal - Yok Edici Güçle Yüzleşmek
Masalın Özeti
Mavi Sakal, zengin ve korkutucu bir adamdır. Birkaç kez evlenmiştir ama
hiçbir eşinin akıbeti bilinmemektedir. Genç bir kadınla evlenir ve ona
malikanesinin bütün odalarının anahtarlarını verir. Yalnız bir odayı açmamasını
tembihler. Kadın, başta adamın emrine uyar, ama merakına yenilir. Gizli odanın
kapısını açar ve içeride Mavi Sakal’ın öldürülmüş eski eşlerinin cesetlerini
görür. Dehşete kapılır. Mavi Sakal durumu fark eder, onu da öldürmek ister.
Kadın zaman kazanarak kız kardeşlerine ve erkek akrabalarına haber gönderir.
Sonunda kardeşleri gelip Mavi Sakal’ı öldürür ve kadın kurtulur.
Arketipsel Çözümleme
Bu masal, kadın ruhunun en karanlık tehlikelerinden biri olan yok edici
güç arketipini açığa çıkarır. Mavi Sakal, dışarıdan zenginlik, güç ve cazibe
ile gelir; ama içte ölümcül bir sır taşır. Bu hem bireysel hem kolektif
anlamda, kadınların sezgilerini bastırdığında karşılaşacakları tehlikeyi
sembolize eder. Gizli oda: Ruhun karanlık bölmesi, kadının
görmezden geldiği içsel gerçeklerdir. Ölü kadınlar: Daha önce
uyarıları dinlemeyen, içsel sezgiyi susturan parçalanmış benliklerdir. Merak: Kadının
içsel arayışı, sezgiyi harekete geçiren güçtür. Yasağı çiğnemek, aslında içsel
gerçeğe ulaşmanın zorunlu yoludur. Kardeşler: Kadının kendi
içindeki güçleridir. Onlar devreye girdiğinde yok edici güç alt edilebilir. Jungcu
bakışla, Mavi Sakal bir “gölge” arketipidir: yok edici, baskıcı, ruhu felç eden
karanlık yön. Kadının onunla yüzleşmesi, gölgesini tanıması demektir.
Kadın Psikolojisi ve Ruhsal Yolculuk
Kadın ruhunun en önemli öğelerinden biri sezgidir. Bu masal, sezgiyi
dinlemediğinde kadının nasıl tehlikeli ilişkilerin kurbanı olabileceğini
gösterir. Birçok kadın hayatında Mavi Sakallarla karşılaşır: Yıkıcı ilişkiler
(şiddet, manipülasyon, baskı), İçsel eleştirmen (sürekli küçümseyen, durduran
ses), Toplumsal yasaklar (bunu yapma, kız başına… falan feşmekân), Maddi cazibe
ve güç illüzyonu. Kadın, sezgilerini susturursa, Mavi Sakal’ın gizli odasını
hiç açmaz. Ama o zaman gerçeği de öğrenemez. Kapıyı açmak cesarettir; yasak
olanı görmek, içsel karanlıkla yüzleşmektir. Bu yüzleşme acı vericidir ama
gereklidir. Aksi halde kadın ruhu yok edilir. Mavi Sakal masalında, “merak
günah değildir” mesajı verilir; tersine, merak kadının ruhsal olgunlaşmasının
anahtarıdır.
Toplumsal Bağlam
Mavi Sakal toplumsal bir figürdür. Kadınların bastırıldığı, susturulduğu
kültürlerde Mavi Sakal çok güçlüdür. “Şu kapıyı açma” buyruğu, aslında
“sorgulama, itaat et, bilme” demektir. Kadının yasak odaları açması,
patriyarkal düzenin gizlediği sırları açığa çıkarmasıdır: kadın cinayetleri,
susturulan tarih, görmezden gelinen travmalar. Modern bağlamda Mavi Sakal,
kadının bilinçsizce dahil olduğu ilişkilerde de belirir: parlak görünen ama
içinde şiddet, yalan ve yıkım taşıyan bağlar. Bu yüzden masal, feminist bir
metin gibi de okunabilir: “Gör, sorgula, aç kapıyı; yok edici gücü tanı ki
kurtul.”
Öğreti
Mavi Sakal masalı, kadınlara şu öğretileri bırakır: İçindeki ses “dur”
diyorsa, dinle. Merak, ruhun seni kurtarma çabasıdır. Karanlıktan korkma; gizli
odaları aç ki gerçeği görebilesin. Yok edici güçlerle yüzleşmeden, onlardan
korunamazsın. Kurtuluş, yalnızca gerçeği bilmek ve destek sistemini çağırmakla
mümkündür. Estés, bu masalı “kadın ruhunun bekçisi sezgiyi” anlatmak için
seçmiştir. Çünkü kadın sezgisini bastırırsa, hem ilişkilerde hem kendi iç
dünyasında Mavi Sakal’ın kurbanı olur. Ama sezgiyi dinlerse, hayatın karanlık
odaları bile onun bilgeliğine dönüşür.
Vasalisa ve Büyülü Bebek - Sezginin Işığıyla Karanlığı Aşmak
Masalın Özeti
Vasalisa, annesi ölüm döşeğindeyken ondan küçük bir bez bebek alır.
Annesi kızına der ki: “Ne zaman zor durumda kalırsan, bu bebeğe sor; o sana
yardım edecektir.” Annesi öldükten sonra Vasalisa, kötü kalpli üvey annesi ve
kız kardeşleriyle yaşamaya başlar. Onun üzerine türlü zorluklar yüklerler. Bir
gün evdeki ateş söner ve Vasalisa, ormana giderek korkutucu cadı Baba
Yaga’dan ateş istemek zorunda kalır. Baba Yaga, ona imkânsız gibi görünen
işler verir: darı ayıklamak, evi temizlemek, yiyecek hazırlamak… Vasalisa her
defasında annesinden kalan bez bebeğin yardımıyla görevleri başarıyla tamamlar.
Baba Yaga kızın bu başarısı karşısında hayret eder. Sonunda ona kafatasının
içinde yanıp duran bir ateş verir. Vasalisa bu ateşi eve götürür, ateşle
birlikte üvey ailesi yok olur. Böylece Vasalisa hem özgürlüğünü hem de
olgunluğunu kazanır.
Arketipsel Çözümleme
Bu masalın merkezinde anne mirası ve sezgi
rehberi vardır. Bez bebek: Anne arketipinin aktardığı
içsel bilgeliğin somut sembolüdür. Kadının içinde annesinden, atalarından
gelen, nesiller boyu birikmiş sezgisel bilgi vardır. Bebeğe danışmak, bu içsel
sesi dinlemek demektir. Baba Yaga: Korkutucu cadı
görünümündedir, ama aslında bilge bir öğretmendir. O, “vahşi kadın” arketipinin
hem korkutan hem de eğiten yüzünü temsil eder. Kadını sınar,
olgunlaştırır. Ateş: Bilincin ışığıdır. Sezgi ve bilgelik
sayesinde elde edilen dönüştürücü güçtür. Ateş eve döndüğünde yıkıcıdır, çünkü
Vasalisa’nın hayatındaki zehirli yapıları (üvey aileyi) yok eder. Jungcu açıdan
bakıldığında, masal kadının bireyleşme sürecini anlatır. Çocuklukta annenin
koruması dışsal bir şeydir; ama anneden kalan “bebeği” taşıyarak kadın,
annesinin ruhunu kendi içinde yaşatır. Bu, sezginin ilk filizlenişidir. Baba
Yaga’nın sınavları, kadının gölgeyle yüzleşme evreleridir.
Kadın Psikolojisi ve Ruhsal Yolculuk
Vasalisa masalı, kadının kendi sezgisini dinlemeyi öğrenme yolculuğunun
bir metaforudur. Genç kadınlar çoğu zaman dış dünyanın baskısı, ailelerin
yönlendirmesi, toplumun beklentileriyle baş başa kalır. Bu süreçte kendi iç
seslerini kaybedebilirler. Masal, “kendi içindeki rehberle bağını koparma” der.
Baba Yaga’nın verdiği zorlu görevler, kadının hayatın gerçekleriyle
yüzleşmesidir: yalnız kalmak, çalışmak, seçim yapmak, sorumluluk almak. Eğer
kadın sezgisini dinlerse, bu görevlerin içinden sağ çıkar. Dinlemezse, ruhunu
kaybeder. Bez bebeğin simgelediği şey, kadının kendi sezgisini küçümsememesi
gerektiğidir. Sezgi bazen önemsiz görünen, sessiz bir bebek gibi gelir. Ama
kadının hayatını kurtaracak olan da odur.
Toplumsal Bağlam
Vasalisa masalı, kadınların kendi öz bilgeliğini keşfetmesinin toplumsal
karşılığına da ışık tutar. Geleneksel toplumlarda kadınlar çoğu zaman
“başkasının ışığına” muhtaç bırakılır: baba, eş, kardeş ya da otorite
figürleri. Oysa bu masal kadının içindeki ışığın, anneden devralınan sezginin,
kendi yolunu aydınlatabileceğini söyler. Modern bağlamda bu kadının kendi
seçimlerini yapabilmesi, ilişkilerinde, kariyerinde, annelik ya da toplumsal
rollerinde kendi sezgisine güvenmesi demektir. Baba Yaga’nın korkutucu yüzü
toplumun kadını sınayan, onu sindirmeye çalışan yanıdır; ama kadın içindeki
rehbere kulak verirse, bu sınavlardan güçlenerek çıkar.
Öğreti
Vasalisa masalı kadınlara şunları öğretir: İçindeki bebeği ve sezgini
küçümseme, onunla konuş. Zorluklardan kaçma; çünkü her sınav seni
olgunlaştırır. Korkutucu figürler (Baba Yaga gibi) aslında öğretmendir. Ateşi,
yani bilinci ve özgürlüğü, kendi yolculuğunda kazanırsın. Sezgiyle bulduğun
ateş sana kötülük edeni de dönüştürür. Estés’in yorumuna göre Vasalisa, kadının
sezgiyle büyüme öyküsüdür. Çocukluktan olgunluğa geçişin, anne mirasının ve
içsel rehberin önemini vurgular. Kadın, Vasalisa gibi içsel bebeğini korur ve
dinlerse, en karanlık ormanlarda bile yolunu bulur.
Kırmızı Ayakkabılar - Yaratıcılığın Zehirlenişi ve Ruhun Açlığı
Masalın Özeti
Bir köyde yaşayan küçük bir kız vardır. Kırmızı ayakkabılarıyla gurur
duyar. Bu ayakkabılar, onun özgünlüğünü, yaratıcılığını ve çocukça sevincini
yansıtır. Günün birinde yaşlı ve zengin bir kadın onu evlat edinir. Kızın eski
ayakkabılarını atar ve onun için fabrikada yapılmış parlak kırmızı ayakkabılar
alır. Başlangıçta kız bu yeni ayakkabılardan hoşlanır. Ancak kısa süre sonra
ayakkabılar kendi iradesine hükmetmeye başlar: kız onları giydiğinde sürekli
dans etmek zorunda kalır, asla duramaz. Dans etmek, başta hoş olsa da zamanla
bitmeyen bir işkenceye dönüşür. Kız ne kadar uğraşırsa uğraşsın ayakkabıları
çıkaramaz. Sonunda kurtulmak için ayaklarını kaybetmek zorunda kalır.
Arketipsel Çözümleme
Kırmızı ayakkabılar masalı, Estés’in en çarpıcı şekilde incelediği
öykülerden biridir. Bu masalda, yaratıcı enerjinin yozlaşması, arzuların
bağımlılığa dönüşmesi ve sahici özden kopuşun tehlikesi anlatılır. Köyde
yapılan ilk ayakkabılar: Kadının içinden gelen özgün, saf
yaratıcılığın sembolüdür. Kendiliğinden, doğayla ve özle uyumlu olan
üretimdir. Zengin kadının verdiği parlak ayakkabılar: Dışsal
cazibenin, toplumun dayattığı “yapay” arzuların sembolüdür. Sahici olmayan,
dışarıdan gelen değerlerdir. Bitmeyen dans: Yaratıcılığın
bağımlılığa, tüketim arzusuna, takıntıya dönüşmesidir. Ruh artık özgür
değildir, esirdir. Ayağın kesilmesi: Bedel ödeme, bağımlılığın
yıkıcı sonucudur. Kadın özünü kaybetmiştir; özgünlüğünü yeniden bulması için
büyük bir kayıp yaşaması gerekmiştir. Jungcu açıdan bu masal, ruhun gölgesiyle
baş edememesini gösterir. Kadın kendi arzularını tanımaz, dışarıdan gelen sahte
arzulara kapılırsa, sonunda yaratıcılığı hastalıklı bir dansa dönüşür.
Kadın Psikolojisi ve Ruhsal Yolculuk
Kırmızı ayakkabılar masalı, kadınların yaşamında çok sık rastlanan bir
ruhsal tuzağı açığa çıkarır: özgün arzuların sahte arzularla yer
değiştirmesi. Kadın kendi özünden gelen yaratıcı sesi dinlemediğinde,
başkalarının “parlak” önerilerine yöneldiğinde, kısa süreli bir coşku yaşar.
Ancak zamanla bu coşku, kontrol edilemeyen bir bağımlılığa dönüşür: ilişkilerde
bağımlılık, tüketimde doymazlık, kariyerde tükenmiş hırs… Kırmızı ayakkabılar,
“dışarıdan gelen cazibenin” her türünü temsil eder: reklamlarda parlayan
ürünler, sosyal medyada dayatılan güzellik kalıpları, toplumun kadınlara
biçtiği “başarı” modelleri. Başta çekici görünür, ama özden kopuk olduğu için
ruhu tüketir. Kadın başkasının verdiğini giydiğinde, ruhu dans ettirilir;
kendisi dans etmez.
Toplumsal Bağlam
Bu masal, özellikle modern kapitalist dünyada kadın ruhunun nasıl
tüketildiğini gösterir. Tüketim kültürü, kırmızı ayakkabılarla doludur: moda,
kozmetik, statü sembolleri, gösterişli kariyerler. Kadın, bunlara yöneldikçe
kendi ruhunun gerçek sesini kaybeder. Sonuç: bitmeyen bir koşuşturma,
tükenmişlik sendromu, içsel boşluk. Toplumsal bağlamda, bu masal kadınların
yaratıcılığının nasıl yönlendirildiğine dair de bir eleştiridir.
Öğreti
Kırmızı ayakkabılar masalı kadınlara şunu öğretir: Kendi yaptığını,
kendi özünden çıkan yaratıcı ürünü asla küçümseme. Dışarıdan gelen parlak
arzular cazip olabilir, ama seni köleleştirebilir. Ruhunu dinle; hangi dans
sana aittir, hangisi sana dayatılmıştır, ayırt et. Sahici yaratıcılık besler,
sahte yaratıcılık tüketir. Yaratıcılığını korumak için gerekirse ayağını
kaybetmeyi göze al; çünkü ruhunu kaybetmekten iyidir. Estés’e göre bu masal,
kadınların “ruhun açlığını” anlatır. Ruh, kendi özünden gelen
yaratıcı eylemlerle beslenmezse, sahte tatlarla oyalanır. Bu sahte tatlar
zamanla bağımlılığa dönüşür. Çözüm, kırmızı ayakkabıları reddetmek, kendi
yaptığı basit ama sahici ayakkabılara geri dönmektir.
İskelet Kadın - Aşkın Ölümle İmtihanı
Masalın Özeti
Bir balıkçı, teknesiyle denize açılır. Oltasını atar ve farkında olmadan
bir iskelet kadını yakalar. Kadın, yıllar önce denize atılmış,
unutulmuş, çürümüş hâliyle sudan çıkar. Balıkçı dehşet içinde kaçar. Kaçtıkça
iskelet kadının bedeni oltaya dolanmış halde onun peşinden sürüklenir. Balıkçı,
yorgunluktan ve korkudan tükenip sonunda kendi kulübesine varır. İskelet kadını
orada görür. Onun korkunç haline bakarken kalbi yumuşar; ona zarar vermek
yerine üzerini örter, yanında uyur. Gecenin karanlığında iskelet kadının
gözlerinden yaşlar dökülür. Bu yaşları içen balıkçının kalbi dolup taşar.
Kadına şefkatle sarılır. Sabah olduğunda iskelet kadın etlenmiş, canlanmış ve
güzel bir kadına dönüşmüştür. Balıkçı ile arasında derin bir bağ kurulur; bu
bağ artık ölümle sınanmış gerçek bir sevgidir.
Arketipsel Çözümleme
İskelet kadın masalı, aşkın yüzeysel duygulardan ibaret olmadığını,
derinleşebilmesi için mutlaka ölüm ve yeniden doğuş döngüsünden geçmesi
gerektiğini anlatır. İskelet: Aşkın gömülmüş, unutulmuş,
korkulan yönüdür. İlişkilerdeki kayıpları, korkuları, acıları simgeler. Balıkçı: İnsan
ruhunun bilinçli yanı; yaşamı, arzuları, umutları temsil eder. Kaçış: İnsanın
sevginin karanlık yüzünden, acıdan ve kayıptan kaçma çabasıdır. Şefkatle
kucaklamak: Kadının ölüm yüzünü de kabul etmektir. Ancak bu kabul,
ilişkiye derinlik kazandırır. Gözyaşı: Saflaştırıcı, ruhu
besleyen öğedir. Ağlamak, yeniden doğuşu başlatır. Jungcu açıdan masal, ölüm
arketipi ile aşk arketipinin birleşimidir.
Kadın Psikolojisi ve Ruhsal Yolculuk
Kadın için bu masal, ilişkilerde kendi kırılganlığını, acısını,
karanlığını saklamaması gerektiğini söyler. Toplum kadınlardan çoğu
zaman “güzel, neşeli, ışık saçan” yüzlerini göstermelerini bekler. Ama kadın,
kendi acısını, yasını, öfkesini gizlerse, aşk yüzeysel kalır. İskelet kadının
balıkçıya musallat olması, kadın ruhunun “görülmeyen yanlarının” kaçınılmaz
biçimde ortaya çıkacağına işarettir. Kadın kendi yaralarını saklasa da bir gün
ilişkiye sızar. Eğer partner, bu yaraları şefkatle kucaklarsa, aşk derinleşir;
aksi halde dağılır. Aynı şekilde kadın da erkeğin ya da partnerinin “ölüm
yüzünü” yani korkularını, eksikliklerini, acılarını kabul etmelidir. İlişki,
ancak bu çift yönlü kabulle gerçek bir bağa dönüşür.
Toplumsal Bağlam
Modern toplumda aşk genellikle romantikleştirilmiş, yüzeysel bir duygu
olarak sunulur: sürekli mutluluk, sürekli güzellik, sürekli haz. Oysa
ilişkiler, kaçınılmaz biçimde kayıpları, çatışmaları, ölümleri barındırır. İskelet
kadın masalı, bu gerçeği unutan toplumlara bir uyarıdır. Gerçek aşk acıların,
travmaların, yasların paylaşılmasıyla mümkün olur. Kadın ve erkek (ya da
partnerler) birbirinin iskelet yüzünü gördüğünde korkmak yerine şefkat
gösterebilirse, ilişki yeniden doğar.
Öğreti
İskelet kadın masalı bize şunu öğretir: Aşk, yalnızca güzelliği değil,
ölümü de içerir. Kaçtığın sürece iskelet peşinden gelir; yüzleştiğinde dönüşür.
Gerçek bağ, ancak gözyaşının arındırıcı gücüyle kurulur. İlişkilerde hem senin
hem partnerinin “korkutucu” yanları vardır; onları kucaklamak gerekir. Sevgi,
ölümden geçtikten sonra gerçek olur. Estés, bu masalı “ilişkilerin ruhsal
derinliği” olarak yorumlar. Ona göre, sevginin sürekli parlak, sorunsuz olması
gerekmez; asıl değer karanlıkla yüzleşme cesaretindedir. İskelet kadının
şifası, aşkın ölüme rağmen hatta ölümle birlikte var olabileceğini hatırlatır.
Geyik Kadın - Ruhun Özgürlüğüne Saygı
Masalın Özeti
Bir avcı ormanda dolaşırken olağanüstü güzellikte bir kadınla
karşılaşır. Bu kadın, aslında bir geyik kadındır: yarı insan, yarı
hayvan, özgürlüğün ve doğanın vücut bulmuş hâlidir. Avcı onu elde etmek ister.
Ancak geyik kadın yakalanmaz, dizginlenemez; özgürce kaçar. Avcı önce peşinden
koşar, onu zorla tutmak ister. Fakat zamanla onun özgür doğasına saygı göstermesi
gerektiğini anlar. Onu sıkıştırmayı bırakıp belli bir mesafeden seyrettiğinde aralarında
gerçek bir bağ doğar. Avcı kadını ancak onun özgürlüğüne alan tanıyarak sevebilir.
Arketipsel Çözümleme
Geyik kadın masalı, ruhun evcilleştirilemez yanını temsil eder. Geyik: Saflık,
özgürlük, doğayla uyum arketipidir. Kadın ruhunun dizginlenemez yanıdır. Avcı: İnsan
benliğinin bilinçli yanı, özellikle de erkeğin kadına yaklaşım biçiminin
sembolüdür. Kaçış: Kadının ruhunun zorlamaya boyun eğmemesini
gösterir. Gerçek bağ: Ancak karşılıklı saygıyla, özgürlüğe
alan tanınarak doğar. Jungcu açıdan geyik kadın anime arketipinin bir
tezahürüdür. Kadın, kendi vahşi doğasının sembolü olarak burada özgürlüğü
temsil eder. Eğer bu özgürlük bastırılırsa, kadın ruhu ölür.
Kadın Psikolojisi ve Ruhsal Yolculuk
Kadın için bu masal, ruhunun bazı yanlarının asla
evcilleştirilemeyeceğini, asla “uyumlu” hâle getirilemeyeceğini hatırlatır.
Toplum kadınlardan genellikle “iyi eş”, “uyumlu çalışan”, “itaatkâr kız”
olmalarını bekler. Fakat kadın ruhunun bir kısmı, ormanda koşan geyik gibi
özgür olmak ister. Eğer kadın bu yönünü inkâr ederse, ruhsal tükeniş yaşar. Bu
masal, kadınların ilişkilerinde de bir uyarıdır: Eğer bir partner kadının
özgürlüğünü yok etmeye çalışırsa, kadın er ya da geç ondan kaçar. Kadın için
gerçek bağ, özgürlüğünün tanındığı yerde mümkündür.
Toplumsal Bağlam
Toplumsal düzeyde geyik kadın, kadınların özgürlük taleplerini sembolize
eder. Tarih boyunca kadınların özgür ruhları bastırılmış, evcilleştirilmiş, ev
içine hapsedilmiştir. Modern dünyada da kadının bedeni, arzuları, yaşam tarzı
sık sık kontrol altına alınmaya çalışılır. Geyik kadın masalı bu bağlamda güçlü
bir direniş öyküsüdür. Kadının doğası evcilleştirilemez. Onu zorla tutmak
isteyen düzenler, ilişkiler, toplumlar sonunda başarısız olur. Kadının ruhu
özgür kaldığında toplumla daha sağlıklı bağlar kurar.
Öğreti
Geyik kadın masalı kadınlara ve erkeklere şu öğretileri sunar: Kadının
ruhunun bir kısmı asla evcilleştirilemez; buna saygı duymak gerekir. Gerçek aşk
ve bağ, ancak özgürlük içinde gelişir. Kadın kendi doğasını inkâr etmemeli;
vahşi, özgür yanına sahip çıkmalıdır. Toplumsal düzenler kadın ruhunu
baskıladıkça, o ruh kaçar; tanındığında ise bağ kurar. Estés’e göre geyik kadın
masalı, kadının “özgür ruhuna sahip çıkma” çağrısıdır. Kadın ancak
doğasıyla barıştığında, onunla koştuğunda tam anlamıyla var olabilir.
Yedi Yıllık Kadın Döngüleri- Ruhun Sürekli Yeniden Doğuşu
Masalsı Çerçeve ve Özeti
Clarissa Pinkola Estés, kitabında kadın yaşamının bütününü de bir
“masal” gibi ele alır. Kadının ruhsal gelişimini açıklamak için “yedi
yıllık döngüler” kavramını kullanır. Bu yaklaşımda, kadının yaşamı
sabit ve tek yönlü değildir; aksine, sürekli dönüşüm, ölüm ve yeniden doğuş
döngüleriyle ilerler. Her yedi yılda bir kadın, farklı bir eşiğe gelir; bazı
şeyler ölür, bazıları yeniden doğar. Bu döngüler, La Loba’nın kemikleri
toplaması, İskelet Kadın’ın dirilişi, Vasalisa’nın ateşi gibi anlatılarla iç
içe düşünülür.
Arketipsel Çözümleme
“Yedi” sayısı, birçok kültürde kutsaldır: yaratılışın günleri,
gökyüzünün katları, müzikteki yedi nota, mitlerdeki yedi kapı… Kadın yaşamının
da bu evrelerle ilerlemesi, evrensel döngüsel bir gerçeğe işaret eder. 0-7
yaş: Çocukluğun masumiyeti. Ruh henüz saftır, içgüdüler canlıdır. Bu
evre, ilk kemiklerin saklandığı dönemdir. 7-14 yaş: Ergenliğe
geçiş. Kadın ruhunun ilk kez toplumsal baskılarla karşılaştığı, öz sezginin
değişmeye başladığı evre. 14-21 yaş: Gençlik ve ilk ilişkiler.
Kırmızı Ayakkabılar masalındaki gibi, ruhun yanlış arzulara kapılma tehlikesi
büyüktür. 21-28 yaş: Bağımsızlık ve seçimler. Vasalisa’nın
ormana gidip ateşi bulması gibi, kadın bu dönemde sezgisine güvenmeyi
öğrenir. 28-35 yaş: Derinleşme. İlişkiler, annelik ya da
yaratıcı üretim yoluyla kadın ruhu olgunlaşır. Ama aynı zamanda İskelet
Kadın’ın öğrettiği gibi, sevginin ölüm yüzüyle tanışma zamanıdır. 35-42
yaş: Kaybedilenin ardından yeniden doğuş. Kadın ruhunun yeni bir güçle
ayağa kalktığı, kendi sesini bulmaya başladığı dönemdir. 42-49 yaş: Bilgeliğin
ve toplumsal rolün değiştiği evre. Kadın, La Loba vs. “kemik toplayıcı” olur;
gençlere rehberlik eder. 49 yaş sonrası: Ruhun “vahşi kadın”
arketipiyle bütünüyle birleştiği evredir. Kadın artık kolektif bir bilgelik
taşıyıcısıdır. Bu döngüler sabit değildir; kadın, yaşam koşullarına göre
bunları farklı biçimlerde deneyimleyebilir. Ancak her evrede bir “ölüm” (eski
bir rolün kaybı) ve bir “doğuş” (yeni bir bilincin uyanışı) vardır.
Kadın Psikolojisi ve Ruhsal Yolculuk
Yedi yıllık döngüler, kadının ruhsal olgunlaşmasının sürekli olduğunu
gösterir. Modern dünyada kadına çoğu zaman tek bir rol dayatılır: gençlikte
güzel olmak, evlilikte sadık olmak, annelikte verici olmak, yaşlılıkta sessiz
olmak. Oysa Estés’e göre kadın, her evrede yeni bir masal yaşar. Bu yaklaşım,
kadınların yaşa bağlı kaygılarını da dönüştürür. “Artık genç değilim” korkusu,
aslında yeni bir evreye girişin habercisidir. Her yeni döngü, kadının özüne
daha çok yaklaşması için bir fırsattır. Vasalisa’nın ateşi, Kırmızı
Ayakkabılar’ın kaybı, İskelet Kadın’ın gözyaşları, hepsi bu evrelerde farklı
farklı ortaya çıkar. Kadın psikolojisinde bu döngüler, “ölümden korkmama”
becerisini geliştirir. Çünkü her evre, küçük ölümler ve yeniden doğuşlarla
doludur. Çocukluk ölür, gençlik doğar; gençlik ölür, olgunluk doğar. Ruh, bu
döngüleri kabul ettiğinde kendiyle bütünleşir.
Toplumsal Bağlam
Toplum, kadının yaşamını genellikle çizgisel bir anlatıya sıkıştırır:
çocukluk- evlilik- annelik- yaşlılık. Bu çizgisel bakış, kadını bir noktada
“işlevini yitirmiş” olarak görür. Oysa yedi yıllık döngüler, kadının hayatını
döngüsel, sürekli canlı, sürekli yenilenen bir süreç olarak anlatır. Toplumsal
bağlamda bu yaklaşım kadınların her yaşta değerli olduklarını hatırlatır. 20
yaşındaki kadın da, 60 yaşındaki kadın da kendi döngüsünün en kritik
yerindedir. Her biri, ruhsal açıdan vazgeçilmezdir. Bu bakış açısı, yaşlı
kadınların, La Loba’ların, Baba Yaga’ların bilgeliğini topluma
yeniden kazandırır.
Öğreti
Yedi yıllık döngüler, kadınlara şu öğretileri sunar: Yaşam bir döngüdür.
Her kayıp, bir doğuşun ön koşuludur. Yaş ilerledikçe değer kaybı değil,
bilgelik artışı vardır. Ruhun masalları her evrede farklı şekilde yeniden
anlatılır. Vahşi kadın, bu döngülerin sonunda bütünüyle görünür olur. Estés’e
göre kadın, her yedi yılda bir yeniden doğarak kendi özüne biraz daha yaklaşır.
Sonunda, hayatın bütün masalları birleşir; kadın, La Loba’dır hem kemik
toplayıcı hem şarkı söyleyen, hem ölüm hem yaşamın taşıyıcısı olur.
Masallardan Doğan Bütünsel Bir Yolculuk
Clarissa Pinkola Estés’in Kurtlarla Koşan Kadınlar adlı eseri, tek tek
masalların ötesine geçen, kadın ruhunun kadim haritasını sunan bir kitaptır.
Kitap La Loba ile açılır. Kemikleri toplayan kadın, aslında tüm masalların
giriş kapısıdır. Kadın ruhunun kaybolmuş parçalarını toplamak ve onlara şarkı
söylemek, bütün yolculuğun ilk adımıdır. Burada Estés bize şunu söyler: “Her
şey kayıp olarak görünse de, özün hâlâ orada; yeter ki onu toplama cesaretin
olsun.” La Loba, bütün kitabın ana motifini verir: ölümden yaşam çıkarma,
kayıptan yeniden doğuş yaratma. La Loba’nın şarkısından sonra kadın, kendi
karanlığıyla yüzleşmek zorundadır. Mavi Sakal masalı, kadının sezgilerini
bastırdığında nasıl tehlikeli güçlerin kurbanı olacağını anlatır. Gizli oda,
ruhun yasaklı bölgesidir. Bu masal kadınlara şunu öğretir: merak günah
değildir, hayatta kalmanın aracıdır. Ruhun karanlık kapılarını açmadan, yok
edici güçleri tanımadan özgürleşmek mümkün değildir. Karanlıktan sonra ışık
gerekir. Vasalisa’nın bez bebeği, kadın ruhunun sezgiyle kurduğu bağı temsil
eder. Baba Yaga’nın korkutucu sınavları, aslında kadının olgunlaşma
süreçleridir. Kadın sezgisine kulak verirse, karanlık orman bile yoluna ışık
tutar. Burada masal, sezgiyi küçümsememeyi, içimizdeki küçük rehberin değerini
öğretir.
Sezgiye sahip olmak yetmez; kadın özünü sahte arzulara kaptırmamalıdır.
Kırmızı ayakkabılar masalı, sahici yaratıcılığın yerine konan yapay arzuların
nasıl bağımlılığa dönüştüğünü gösterir. Parlak ayakkabılara kapılan kadın,
ruhunu tüketir. Bu masal, modern dünyanın tüketim tuzaklarını gözler önüne
serer: cazip ama öldürücü dans. Kadın ruhunun bir sonraki durağı aşktır. Ama
aşk, yalnızca güzellikten ibaret değildir; ölümle, kayıpla, gözyaşıyla da
yoğruludur. İskelet kadın masalı, sevginin gerçek anlamını öğretir: ancak
ölümle yüzleşildiğinde aşk yeniden doğar. Burada kadın ruhu, acıyı kucaklamayı
öğrenir. Aşkın ardından kadın özgürlüğünü hatırlamalıdır. Geyik kadın masalı,
kadının evcilleştirilemez doğasını anlatır. Toplum ya da partner bu doğayı
kontrol etmek isterse, kadın kaçar. Gerçek bağ ancak özgürlüğe saygı
gösterildiğinde doğar. Burada kadın, kendi vahşi özüne sahip çıkmayı öğrenir.
Tüm masalların ardından Estés, kadının yaşamını döngüsel bir masal olarak
açıklar. Her yedi yılda bir kadın, yeni bir ölüm ve yeniden doğuş yaşar.
Çocukluk ölür, gençlik doğar; gençlik ölür, olgunluk doğar. Bu döngüler,
kadının ruhunu sürekli yeniler. Kadın, yaşamının hiçbir evresinde eksik
değildir; her yaş bilgelik halkasının ayrı bir parçasıdır.
Vahşi Kadının Uyanışı
Tüm bu masallar bir araya geldiğinde, Estés’in kitabı tek bir büyük
hikâye hâline gelir: Kadın önce kaybolmuş parçalarını bulur (La
Loba). Sonra karanlıkla yüzleşir (Mavi Sakal). Ardından sezgisini
hatırlar (Vasalisa). Sahte arzulara karşı sınanır (Kırmızı
Ayakkabılar). Sevginin ölüm yüzünü öğrenir (İskelet
Kadın). Özgürlüğünü savunur (Geyik Kadın). Ve en sonunda döngüsel
bilgelikle bütünleşir (Yedi Yıllık Döngüler). Bu yolculuk,
aslında her kadının yaşam öyküsüdür. Estés’in yaptığı şey, kadim masalları modern
kadının ruhsal atlası hâline getirmektir.
Kurtlarla Koşmak
“Kurtlarla koşmak” demek, doğanın ritmine, içgüdülere, sezgilere, özgür
yaratıcılığa yeniden bağlanmak demektir. Kadın, toplumun dayattığı
“evcilleştirilmiş” rollerden sıyrıldığında, kendi masallarını yeniden
dinlediğinde, La Loba’nın şarkısını hatırladığında, kurtlarla koşmaya başlar.
Bu koşu bir kaçış değildir; ruhun en derin özgürlüğüdür. Estés’in kitabı
kadınlara şunu anlatır: İçinde unuttuğun bir şarkı var. Onu hatırla. Çünkü
kemiklere yeniden hayat verecek olan tek şey senin kendi sesindir...