Albert Camus Düşüş
Roman, Jean-Baptiste
Clamence adlı eski bir Paris avukatının, Amsterdam’da bir barda
karşılaştığı isimsiz bir yabancıya yaptığı uzun monologdan oluşur. Yani roman
aslında bir tür itiraf ve hesaplaşmadır. Clamence, geçmişte
kendisini ahlaken kusursuz, erdemli ve adaletli bir insan olarak görmüş; fakat
hayatındaki bazı olaylar onu bu öz-imajını sorgulamaya itmiştir. Özellikle
Seine Nehri’nde intihara kalkışan bir kadına yardım etmemesi, onun vicdanında
büyük bir kırılma yaratır. Bu olay, onu “hakim-yargıç” rolüne, yani hem kendini
hem başkalarını sürekli yargılayan bir figüre dönüştürür.
Clamence, Paris’te saygın bir avukattır. Kendini daima “erdemli”, “başkalarının dertlerini önemseyen”, “adalet savaşçısı” bir figür olarak görür. Bu öz-imajı, onun psikolojisinde yüksek bir konum yaratır; hem kendine hem başkalarına karşı üstün hisseder. Ancak Seine Nehri’nde intihara kalkışan bir kadına yardım etmemesi, bilinçaltındaki ikiyüzlülüğü açığa çıkarır. Bu olay, onu kendi vicdanında bir mahkeme salonuna iter. Clamence, sürekli olarak geçmişini anlatır ve itiraflarda bulunur. Bu durum, onda derin bir suçluluk psikolojisinin var olduğunu gösterir. Fakat bu itiraflar, yalnızca bir arınma çabası değil, aynı zamanda başkalarını da yargılama yöntemidir. Onun sözlerinde gizli bir mantık vardır. Bu, bireysel vicdan azabını toplumsal bir suçluluk ağına yayma psikolojisidir.
Clamence, kendisini “hâkim-yargıç” olarak tanımlar. Bu durum, psikolojik olarak iki yönlüdür: Kurban yönü: Kendi günahlarını itiraf eden, düşüşünü yaşayan kişidir. Hakim yönü: Hem kendini hem de karşısındakini yargılayan kişidir. Böylece iç dünyasında bir bölünme yaşa. “Ben hem suçluyum hem de sizi yargılıyorum,” noktasında durur. Bu çelişkili durum, onun nevrotik kişiliğini derinleştirir. Clamence’in psikolojisinde sürekli bir yabancılaşma vardır. Kendine yabancılaşma; eskiden inandığı erdemli kimliğini artık reddeder. Topluma yabancılaşma; insanların iyilik maskelerinin ardında gizledikleri bencilliği fark eder. Tanrı’ya yabancılaşma; roman boyunca Tanrı yokluğunun yarattığı boşluk hissedilir; Clamence bu boşluğu yargı dağıtarak doldurmaya çalışır.
Clamence, sonunda şunu
fark eder; insan ne yaparsa yapsın, kendi suçluluğundan ve ikiyüzlülüğünden
kaçamaz. Bu, Camus’un absürd felsefesinin yansımasıdır. Clamence’in
psikolojisi, aslında modern bireyin çıkışsızlığını simgeler. Vicdanından
kaçamaz. Erdemli bir imaj kurmaya çalışsa da kendi düşüşünden kurtulamaz. Yalnız
kalmamak için itiraf eder, ama bu itiraflar yeni bir yalnızlık doğurur.