Kadınlar Mektebi ve Molière’in Gözünde Toplumsal Ahlakın Komedisi
17.yüzyıl Fransa’sında, saray görkeminin, soylu kibarlığın ve dışa vurulmuş erdem söyleminin ardında, Molière adında bir adam sahneye çıkar ve tiyatronun perdeleri ardında gülünç olanla birlikte insana dair saklanmak isteneni, bastırılmış arzuyu, ikiyüzlü terbiyeyi ve sahte dindarlığı teşhir eder. Kadınlar Mektebi adlı oyunu, yalnızca dönemin tiyatro anlayışını sarsmakla kalmamış; aynı zamanda toplumun kadına, evliliğe ve ahlaka dair inşa ettiği o değerler dizgesini de keskin bir mizah ile ifşa etmiştir. Molière’in tiyatrosu, eğlendirici olduğu kadar seyirciyi -özellikle de kendini fazlasıyla ciddiye alan seyirciyi- rahatsız etmeyi göze alan bir tiyatrodur ve Kadınlar Mektebi, bu anlamda onun ilk büyük meydan okuması olarak kabul edilir.
Eserin sahneye ilk konduğu 1662 yılı, Molière’in kırk yaşına bastığı ve sahnede edindiği tecrübeyi nihayet kendine özgü bir kurgu ve cesaretle biçimlendirdiği bir döneme karşılık gelir. Bu oyun, yüzeyde aşkın komik yanını gösterir gibi görünse de özünde toplumsal korkulara, özellikle de erkek egemen dünyada kadının bağımsızlığına duyulan korkuyu anlatır. Yaşlı Arnolphe’nin genç Agnès üzerindeki denetim arzusu, erkek kıskançlığının ve toplumun kadın üzerindeki mutlak kontrol arzusunun temsilidir. Molière burada, yalnızca bir karakteri gülünçleştirmez; bir dönemin, hatta çağlar boyu süregelmiş bir tahakküm anlayışını sahnenin ortasında sergiler.
Bu yüzden Kadınlar Mektebi sanatın gücünü mizah yoluyla kanıtlayan ve her bir sahnesiyle seyircinin yerleşik ahlak anlayışına sataşan bir yapıttır. Molière’in uğradığı ağır eleştirilerin nedeni de budur: Kendisini tehdit altında hisseden gelenek, karşısında alaycı bir eleştirel tavır bulduğunda gülebilir ama aynı zamanda öfkelenir ve saldırganlaşır. Oyunun ilk temsilinden sonra tiyatro dünyasında başlayan uzun tartışmalar, kültürel bir hesaplaşmanın da ifadesidir.
Kadınlar Mektebi ile Kocalar Mektebi arasında kurulan bağ, Molière’in toplumda kadın-erkek ilişkilerine dair gözlem ve eleştirilerini iki farklı yüzeyde işlediği ikiz yapıtlardır. Kocalar Mektebi’nde yaşlı Sganarelle, genç eşine duyduğu güvensizlikle alay konusu olurken; Kadınlar Mektebi’nde Arnolphe, daha genç bir kadını terbiye ederek ideal eş hâline getirme hevesiyle gülünçleşir. Her iki karakterin de niyeti kadını şekillendirmek, kendi arzusuna göre biçimlendirmektir. Oysa Molière, bu çabanın ne kadar boş ve ne kadar trajikomik olduğunu göstermekten geri durmaz. Agnès’in bilgiden, dünyadan, yaşamdan yoksun bırakılmış hâli, kadınların yüzyıllar boyunca içine hapsedildiği cehalet duvarlarına da işaret eder.
Molière’in komedisi, güldürürken gösteren, gösterirken düşündüren ve en önemlisi düşündürürken insanın kendine bakmasını sağlayan bir eserdir. Oyunun sahne aldığı dönemde, halkın eğlence arayışı ile soyluların ahlak savunusu arasındaki gerilim, tiyatronun sahnesine taşınmış; Molière bu sahnede, herkesin gözü önünde ikiyüzlü değerleri çözümlemiş ve onları gülünçlüğe teslim etmiştir. Onun yaptığı, sanat yoluyla hakikati ifşa etmek, insanı insan yapan zaaflarla yüzleşmeye çağırmaktır. Bu yüzleşme ise çoğu zaman seyirciyi rahatsız eder; çünkü herkes gülmek ister ama kimse kendisine gülünmesini istemez.
Bu yönüyle Molière, dönemin toplumsal düzenine karşı entelektüel bir duruş sergileyen ve sanat aracılığıyla eleştirel düşüncenin sınırlarını zorlayan bir düşünürdür. Onun tiyatrosu, ahlakın tekeli olduğunu sananları sahnenin ortasında gülünçleştiren ve halkı bu mizah yoluyla özgürleştiren bir karşı söylemdir. Kadınlar Mektebi, işte bu özgürleşmenin ilk ve belki de en cesur adımıdır. Oyunun sonunda ne Arnolphe galip gelir ne de onun dayattığı cehalet düzeni. Galip gelen hakikatin sıradan ama inatçı ışıltısıdır.
Kadınlar Mektebi, 17. yüzyıl Fransız tiyatro sahnesinde bir komedya örneği olarak kadının toplum içerisindeki yerine dair köklü ve sarsıcı bir eleştirinin mizah yoluyla ifadesi olarak değerlendirilmelidir; çünkü Molière’in bu oyunu, göründüğü üzere kıskanç bir adamın hikâyesini anlatmakla kalmaz, aynı zamanda kadınların bilgiye erişiminin bilinçli olarak engellendiği, cehaletin bir fazilet gibi sunulduğu ve itaatin erdem, iradenin ise ahlaksızlık olarak damgalandığı bir toplumsal düzenin taşlarını yerinden oynatır. Oyunun merkezinde yer alan Arnolphe karakteri yaşlanmakta ve evliliği bir yatırım gibi görmektedir, kadını ise bu yatırımın güvenilirliği açısından biçimlendirmek isteyen, tahakküm arzusu içinde debelenen bir erk simgesidir. Arnolphe, Agnès adında genç bir kızı çocuk yaşta eğitimsiz, dünyadan yalıtılmış bir ortamda büyütmüştür, onun her türlü bilgi ve deneyimden mahrum kalmasını ise sadakat garantisi olarak görmektedir. Bu noktada Molière, Arnolphe’in cehalet müfredatını ironik bir biçimde gözler önüne serer; zira kadının bilgisizliği, erkeğin huzuru için bir tür teminattır ve bu anlayış Arnolphe’in gibi figürlerin bir saplantısı ve toplumun kadına biçtiği rolün açık bir ifşasıdır.
Agnès’in varlığı, bu anlamda erkeğin zihninde kurgulanan makbul kadın ideolojisinin neredeyse karikatürleşmiş bir temsilidir. Bu kadın modeli, itaatkâr, sessiz, sorgulamayan, konuşmayan, hatta düşlemeyen bir varlık olmalıdır ki erkeğin dünyasında huzur ve düzen hüküm sürsün. Ancak Molière’in sanatı, tam da bu noktada devreye girer; zira o, Agnès’in naif görünümlü, ama içten içe büyüyen varoluşunu, seyirciyi gülümseten sahneler eşliğinde özgürlüğe doğru taşır. Agnès, her ne kadar cehalet içinde büyütülmüş olsa da, doğası gereği sorgulayan, merak eden, âşık olan ve kendini ifade etme arzusu taşıyan bir varlıktır.
Molière burada seyirciyi güldürürken düşündürür: Bir yandan Arnolphe’in çaresizliği, kıskançlığı ve komik önlemleri izlenirken kahkaha yükselir; öte yandan bu kahkaha, toplumun kadına biçtiği kuralların ne kadar gülünç, ne kadar kırılgan ve aslında ne kadar acıklı olduğunu da düşündürür. Kadınlar Mektebi, mizahın yüzeyinde eğlence vaat etse de özünde bir isyan barındırır; bu isyan, kadının cehalet içinde tutulmasına, onun özgür iradesinden duyulan korkuya ve bilhassa, bilgi ile kadının bozulacağı saplantısına yöneltilmiş güçlü bir eleştiridir.
Oyun boyunca Arnolphe’in en büyük korkusu, Agnès’in düşünmesi, konuşması ve en nihayetinde kendi iradesini ortaya koymasıdır. Bu korku, gerçekte kadının özneleşme ihtimaline duyulan korkudur. Molière, Agnès’in âşık olmasıyla birlikte, bu korkunun nasıl bir panik hâlini aldığına ve Arnolphe’in nasıl kendi zihinsel hapishanesine mahkûm olduğuna dikkat çeker. Agnès’in aşkı içgüdüsel bir yönelimle başlar; ama zamanla bu aşk ona düşünme, sorgulama ve karar verme hakkını da kazandırır. Bu anlamda Agnès’in karakter gelişimi özgürleşmekle ilgilidir.
Molière’in çağdaşı olan birçok seyirci, bu oyunu ahlaka aykırı, inançlara hakaret, hatta toplumsal düzeni tehdit edici bulmuştur. Ne var ki Molière bu eleştirilerin hiçbirine doğrudan cevap vermez; onun cevabı sanattadır, mizahın içindedir. Arnolphe gibi karakterler aracılığıyla, dönemin makul görünen, ama derinlemesine gülünç olan değerlerini sahneye taşır. Kadınlar Mektebi, sonunda kadın için bir özgürleşme, erkek için ise bir çözülme öyküsüne dönüşür. Agnès, aşkını seçer; Arnolphe, tüm planlarının komik bir yıkıma uğradığını görür. Bu yıkım kadın iradesine duyulan korkunun kaçınılmaz sonudur. Molière’in oyununda kazanan özgür iradedir. Ve bu irade, kadınların yüzyıllardır kendilerine biçilen rolleri reddetme gücünü taşıyan bir başkaldırıdır. Molière’in ustalığı ise bu başkaldırıyı, seyircinin kahkahasında görünmez bir hakikat gibi saklamasında yatar.
Eserin sahneye ilk konduğu 1662 yılı, Molière’in kırk yaşına bastığı ve sahnede edindiği tecrübeyi nihayet kendine özgü bir kurgu ve cesaretle biçimlendirdiği bir döneme karşılık gelir. Bu oyun, yüzeyde aşkın komik yanını gösterir gibi görünse de özünde toplumsal korkulara, özellikle de erkek egemen dünyada kadının bağımsızlığına duyulan korkuyu anlatır. Yaşlı Arnolphe’nin genç Agnès üzerindeki denetim arzusu, erkek kıskançlığının ve toplumun kadın üzerindeki mutlak kontrol arzusunun temsilidir. Molière burada, yalnızca bir karakteri gülünçleştirmez; bir dönemin, hatta çağlar boyu süregelmiş bir tahakküm anlayışını sahnenin ortasında sergiler.
Bu yüzden Kadınlar Mektebi sanatın gücünü mizah yoluyla kanıtlayan ve her bir sahnesiyle seyircinin yerleşik ahlak anlayışına sataşan bir yapıttır. Molière’in uğradığı ağır eleştirilerin nedeni de budur: Kendisini tehdit altında hisseden gelenek, karşısında alaycı bir eleştirel tavır bulduğunda gülebilir ama aynı zamanda öfkelenir ve saldırganlaşır. Oyunun ilk temsilinden sonra tiyatro dünyasında başlayan uzun tartışmalar, kültürel bir hesaplaşmanın da ifadesidir.
Kadınlar Mektebi ile Kocalar Mektebi arasında kurulan bağ, Molière’in toplumda kadın-erkek ilişkilerine dair gözlem ve eleştirilerini iki farklı yüzeyde işlediği ikiz yapıtlardır. Kocalar Mektebi’nde yaşlı Sganarelle, genç eşine duyduğu güvensizlikle alay konusu olurken; Kadınlar Mektebi’nde Arnolphe, daha genç bir kadını terbiye ederek ideal eş hâline getirme hevesiyle gülünçleşir. Her iki karakterin de niyeti kadını şekillendirmek, kendi arzusuna göre biçimlendirmektir. Oysa Molière, bu çabanın ne kadar boş ve ne kadar trajikomik olduğunu göstermekten geri durmaz. Agnès’in bilgiden, dünyadan, yaşamdan yoksun bırakılmış hâli, kadınların yüzyıllar boyunca içine hapsedildiği cehalet duvarlarına da işaret eder.
Molière’in komedisi, güldürürken gösteren, gösterirken düşündüren ve en önemlisi düşündürürken insanın kendine bakmasını sağlayan bir eserdir. Oyunun sahne aldığı dönemde, halkın eğlence arayışı ile soyluların ahlak savunusu arasındaki gerilim, tiyatronun sahnesine taşınmış; Molière bu sahnede, herkesin gözü önünde ikiyüzlü değerleri çözümlemiş ve onları gülünçlüğe teslim etmiştir. Onun yaptığı, sanat yoluyla hakikati ifşa etmek, insanı insan yapan zaaflarla yüzleşmeye çağırmaktır. Bu yüzleşme ise çoğu zaman seyirciyi rahatsız eder; çünkü herkes gülmek ister ama kimse kendisine gülünmesini istemez.
Bu yönüyle Molière, dönemin toplumsal düzenine karşı entelektüel bir duruş sergileyen ve sanat aracılığıyla eleştirel düşüncenin sınırlarını zorlayan bir düşünürdür. Onun tiyatrosu, ahlakın tekeli olduğunu sananları sahnenin ortasında gülünçleştiren ve halkı bu mizah yoluyla özgürleştiren bir karşı söylemdir. Kadınlar Mektebi, işte bu özgürleşmenin ilk ve belki de en cesur adımıdır. Oyunun sonunda ne Arnolphe galip gelir ne de onun dayattığı cehalet düzeni. Galip gelen hakikatin sıradan ama inatçı ışıltısıdır.
Kadınlar Mektebi, 17. yüzyıl Fransız tiyatro sahnesinde bir komedya örneği olarak kadının toplum içerisindeki yerine dair köklü ve sarsıcı bir eleştirinin mizah yoluyla ifadesi olarak değerlendirilmelidir; çünkü Molière’in bu oyunu, göründüğü üzere kıskanç bir adamın hikâyesini anlatmakla kalmaz, aynı zamanda kadınların bilgiye erişiminin bilinçli olarak engellendiği, cehaletin bir fazilet gibi sunulduğu ve itaatin erdem, iradenin ise ahlaksızlık olarak damgalandığı bir toplumsal düzenin taşlarını yerinden oynatır. Oyunun merkezinde yer alan Arnolphe karakteri yaşlanmakta ve evliliği bir yatırım gibi görmektedir, kadını ise bu yatırımın güvenilirliği açısından biçimlendirmek isteyen, tahakküm arzusu içinde debelenen bir erk simgesidir. Arnolphe, Agnès adında genç bir kızı çocuk yaşta eğitimsiz, dünyadan yalıtılmış bir ortamda büyütmüştür, onun her türlü bilgi ve deneyimden mahrum kalmasını ise sadakat garantisi olarak görmektedir. Bu noktada Molière, Arnolphe’in cehalet müfredatını ironik bir biçimde gözler önüne serer; zira kadının bilgisizliği, erkeğin huzuru için bir tür teminattır ve bu anlayış Arnolphe’in gibi figürlerin bir saplantısı ve toplumun kadına biçtiği rolün açık bir ifşasıdır.
Agnès’in varlığı, bu anlamda erkeğin zihninde kurgulanan makbul kadın ideolojisinin neredeyse karikatürleşmiş bir temsilidir. Bu kadın modeli, itaatkâr, sessiz, sorgulamayan, konuşmayan, hatta düşlemeyen bir varlık olmalıdır ki erkeğin dünyasında huzur ve düzen hüküm sürsün. Ancak Molière’in sanatı, tam da bu noktada devreye girer; zira o, Agnès’in naif görünümlü, ama içten içe büyüyen varoluşunu, seyirciyi gülümseten sahneler eşliğinde özgürlüğe doğru taşır. Agnès, her ne kadar cehalet içinde büyütülmüş olsa da, doğası gereği sorgulayan, merak eden, âşık olan ve kendini ifade etme arzusu taşıyan bir varlıktır.
Molière burada seyirciyi güldürürken düşündürür: Bir yandan Arnolphe’in çaresizliği, kıskançlığı ve komik önlemleri izlenirken kahkaha yükselir; öte yandan bu kahkaha, toplumun kadına biçtiği kuralların ne kadar gülünç, ne kadar kırılgan ve aslında ne kadar acıklı olduğunu da düşündürür. Kadınlar Mektebi, mizahın yüzeyinde eğlence vaat etse de özünde bir isyan barındırır; bu isyan, kadının cehalet içinde tutulmasına, onun özgür iradesinden duyulan korkuya ve bilhassa, bilgi ile kadının bozulacağı saplantısına yöneltilmiş güçlü bir eleştiridir.
Oyun boyunca Arnolphe’in en büyük korkusu, Agnès’in düşünmesi, konuşması ve en nihayetinde kendi iradesini ortaya koymasıdır. Bu korku, gerçekte kadının özneleşme ihtimaline duyulan korkudur. Molière, Agnès’in âşık olmasıyla birlikte, bu korkunun nasıl bir panik hâlini aldığına ve Arnolphe’in nasıl kendi zihinsel hapishanesine mahkûm olduğuna dikkat çeker. Agnès’in aşkı içgüdüsel bir yönelimle başlar; ama zamanla bu aşk ona düşünme, sorgulama ve karar verme hakkını da kazandırır. Bu anlamda Agnès’in karakter gelişimi özgürleşmekle ilgilidir.
Molière’in çağdaşı olan birçok seyirci, bu oyunu ahlaka aykırı, inançlara hakaret, hatta toplumsal düzeni tehdit edici bulmuştur. Ne var ki Molière bu eleştirilerin hiçbirine doğrudan cevap vermez; onun cevabı sanattadır, mizahın içindedir. Arnolphe gibi karakterler aracılığıyla, dönemin makul görünen, ama derinlemesine gülünç olan değerlerini sahneye taşır. Kadınlar Mektebi, sonunda kadın için bir özgürleşme, erkek için ise bir çözülme öyküsüne dönüşür. Agnès, aşkını seçer; Arnolphe, tüm planlarının komik bir yıkıma uğradığını görür. Bu yıkım kadın iradesine duyulan korkunun kaçınılmaz sonudur. Molière’in oyununda kazanan özgür iradedir. Ve bu irade, kadınların yüzyıllardır kendilerine biçilen rolleri reddetme gücünü taşıyan bir başkaldırıdır. Molière’in ustalığı ise bu başkaldırıyı, seyircinin kahkahasında görünmez bir hakikat gibi saklamasında yatar.