Orwell’dan Murakami’ye: Politik Distopyadan Ontolojik Distopyaya İnsan Bilincinin Dönüşümü
Distopya edebiyatı, modern insanın özgürlük ve hakikat
anlayışının kırılma anlarını en keskin biçimde görünür kılan türlerden biridir.
Bu tür yalnızca geleceğe dair karanlık senaryolar üretmez; aynı zamanda her
çağın birey-iktidar ilişkisini, bilgi ve hakikat üretim biçimlerini sorgular.
George Orwell’ın 1984’ü ile Haruki Murakami’nin 1Q84’ü bu
sorgulamanın iki farklı tarihsel evresini temsil eder. Orwell modernitenin
politik baskılarını, Murakami postmodernitenin varoluşsal çözülmelerini
anlatır. Aralarındaki fark insanın dış dünyadaki tahakkümden iç dünyadaki
belirsizliğe doğru geçirdiği dönüşümdür. 1984, totaliter ideolojilerin
insan bilincini kontrol ettiği bir çağın ürünü iken; 1Q84, görünmez
yapılar, medya, kültür ve bilinç ağları içinde kaybolmuş bireyin öyküsüdür.
Orwell’ın 1984’ü, II. Dünya Savaşı sonrasında
totaliter ideolojilerin yükselişine doğrudan bir yanıt niteliğindedir. Roman,
modernitenin rasyonalist ve merkeziyetçi yapısının bireyi özgürleştirmek
yerine mekanik bir varlığa dönüştürdüğü düşüncesinden beslenir. “Büyük Birader”
figürü siyasal ve epistemolojik iktidarın sembolüdür. Parti’nin amacı hakikati
denetim altına almaktır. Orwell, dilin iktidar üretimindeki rolünü vurgular.
“Yeni Söylem” düşüncenin sınırlarını belirleyen bir ideolojik araçtır.
Foucault’nun “bilgi iktidardır” ilkesini hatırlatan biçimde, Orwell’da bilgi
üretimi iktidarın tekeline geçmiştir. Gerçeklik Parti’nin çıkarlarına göre
yeniden yazılır; geçmiş değiştirildiğinde, bireyin düşünsel zemini de yok olur.
Winston Smith karakteri, bu sistemin içinde bilinç kazanmaya
çalışan modern bireyin simgesidir. Julia ile kurduğu yasak ilişki insan olma
hâlinin son kırıntısıdır. Ancak Orwell’ın anlatısında aşk duygusal bir deneyim
olmanın ötesinde daha çok ideolojik bir ihlalin sembolüdür. İnsan bedeni
denetimin konusu hâline gelir; arzu, suçun işareti olur. Böylece 1984
modernitenin özgürlük ve akıl ideallerinin, aşırı merkezileşme sonucu kendi
karşıtına dönüşmesinin alegorisi hâline gelir. Modern insan artık denetlenen
bir varlıktır.
Murakami’nin 1Q84’ü, Orwell’a doğrudan bir yanıt
niteliği taşır. Japonca adı “Q” harfi aracılığıyla İngilizcedeki “question”
sözcüğünü çağrıştırır; bu Orwell’ın 1984’ünün sorgulanması anlamına gelir.
Ancak Murakami’nin romanında baskı dağınık ve kültüreldir. Postmodern dönemde
iktidar artık belirli bir merkezde toplanmaz; medya, tarikatlar, inanç
sistemleri ve bilinçaltı süreçler aracılığıyla dolaşıma girer.
Murakami’nin tarikatı, Orwell’ın partisinin güncellenmiş
versiyonu gibidir; ancak burada tahakküm politik değildir, ruhsaldır. 1Q84’ün
iki ana karakteri, Aomame ve Tengo, sistemin dışına çıkmak yerine, kendi
bilinçlerinin içinde yön bulmaya çalışırlar. Romanın gökyüzündeki iki ay, bu
bölünmüş gerçeklik algısının sembolüdür. Gerçeklik artık tekil değildir; birey
kendi algısının ürünü olan çoklu bir dünyada yaşamaktadır. Murakami’nin romanında dil, Orwell’daki gibi
dışsal bir baskı aracı olmaktan çıkar; bilinçle karışarak anlamın çözülmesine
yol açar. Artık sorun hakikatin bireysel algıda dağılmasıdır. 1Q84 ontolojik
bir distopyadır; birey anlamın sürekliliğini koruyamadığı bir dünyada var
olmaya çalışır. Gerçeklik duygusunun zayıflaması, postmodern insanın temel
korkusuna dönüşür. Bu dönüşüm kadın karakterlerin temsili üzerinden de
okunabilir. 1984’te Julia, politik baskı düzeninde arzunun son
sığınağıdır. Onun bedeni, Parti’nin koyduğu ahlâkî yasaklara karşı bir direniş
alanıdır. Ancak Julia erkek karakterin direnişini tamamlayan bir figürdür.
Kadın bedeni sistemin ihlal alanı olarak temsil edilir; cinsellik politikleşir.
Murakami’nin 1Q84’ünde ise Aomame, bedeniyle var olan
bilinçli bir özneye dönüşür. Aomame’nin cinselliği varoluşsal bir deneyimdir.
Beden insanın evrenle kurduğu son temas biçimidir. Bu yönüyle Murakami, kadın
karakteri metafizik bir özne olarak kurgular. Julia’nın politik direnişi dışsal
bir özgürlük arayışıyken, Aomame’nin içsel dönüşümü ontolojik bir özgürlük
arayışıdır. Bu fark çağlar arasındaki kadın imgesinin değişimini olduğu kadar,
insanın özgürlük kavrayışındaki dönüşümü de gösterir. Modern dönemde beden
denetim altına alınırken, postmodern dönemde anlamını yitirir; biri
bastırmanın, diğeri çözülmenin ürünüdür.
Orwell’ın dünyası, modernitenin “aklın düzeni” anlayışına
dayanır. Descartes’ın “düşünüyorum, öyleyse varım” önermesi, burada devletin
ideolojik araçlarına dönüşür; düşünce, sistem tarafından biçimlendirilir.
Murakami’nin dünyasında ise düşünmek yeterli değildir; çünkü düşüncenin kendisi
de parçalanmıştır. Postmodern özne artık kendi bilincine bile tam olarak
güvenemez. Anlatı biçimi de bu değişimi
yansıtır. Orwell, tekil bir bakış açısı ve kronolojik düzenle ilerler; Murakami
ise çoklu anlatıcılar, paralel zamanlar ve bilinç geçişleriyle çoğul bir yapı
kurar. 1984’te dil sınırlayıcı, 1Q84’te dil çözülmüş bir
unsurdur. Bu biçimsel düzeyde bile modernitenin kapalılığından postmodernitenin
açıklığına geçişi gösterir.
1984 ve 1Q84, iki farklı yüzyılın aynı
sorusunu iki farklı biçimde dile getirir: İnsan kendi yarattığı sistemlerin
içinde özgür olabilir mi? Orwell bu soruya politik düzlemde yanıt verir;
özgürlük, düşüncenin devlet denetiminden kurtulmasıyla mümkündür. Murakami ise
aynı soruyu ontolojik düzleme taşır; özgürlük, anlamın dağınıklığı içinde
benliğin bütünlüğünü koruyabilmekle ilgilidir. Orwell’ın kahramanı dışsal
baskıya direnerek konuşur; Murakami’ninki içsel boşlukla mücadele ederek
sessizleşir. Birinde hakikat merkezîdir, diğerinde çoğuldur.
Bu iki roman arasındaki fark, modern insanın tarihsel serüvenini de özetler. Modernite dışsal otoritelerin baskısını üretmiş, postmodernite içsel dağılmayı. Orwell insanın politik kimliğini savunur, Murakami ontolojik bütünlüğünü. Böylece distopya ideolojik bir eleştiriden varoluşsal bir sorgulamaya evrilmiştir. Orwell’ın dünyasında yasaklar, Murakami’nin dünyasında boşluklar konuşur; biri düzenin aşırılığını, diğeri anlamın yokluğunu temsil eder. Bu dönüşüm insan bilincinin de tarihidir; dış baskıdan içsel çözülmeye, kolektif korkudan bireysel yalnızlığa uzanan bir çizgi.
