Gölyazı
Bursa Tarihî ve Kültürel Sürekliliği
Gölyazı, antik dönemdeki
adıyla Apollonia ad Rhyndacum, günümüz Türkiye’sinin kuzeybatısında, Bursa
iline bağlı Nilüfer ilçesi sınırlarında yer alan tarihî bir yerleşimdir.
Coğrafi konumunu Apolyont (Uluabat) Gölü kıyısında alması ve antik Rhyndakos
(bugünkü Mustafakemalpaşa) Nehri’ne yakınlığı, bölgeyi tarih boyunca hem
ekonomik hem de stratejik açıdan değerli kılmıştır. Yerleşimin tarihi, MÖ 6.
yüzyıla kadar uzanmakta olup, Mysia bölgesi sınırları içerisinde
konumlanmaktadır. Antik çağlarda ‘‘Apollonia ad Rhyndacum’’ adıyla anılan bu
yerleşim, adını ışık tanrısı Apollon’a ithafen almış ve Apollon’a adanmış
tapınaklarıyla ün kazanmıştır.
Antik dönem boyunca
Gölyazı, dinsel kimliğiyle öne çıkan bir kent olmuş; özellikle Helenistik ve
Roma dönemlerinde, Apollon kültünün yaygınlığına bağlı olarak bölgede yoğun bir
tapınak mimarisi ve heykeltraşlık faaliyeti gelişmiştir. Bu dönemden kalan lahitler,
yazıtlar, mimari bloklar ve heykel parçaları, tapınak çevresinde gelişen yoğun
bir kamusal yaşamın izlerini taşımaktadır. Roma döneminde Gölyazı bir polis
statüsü kazanmış, ekonomik yapısı özellikle tarım, balıkçılık ve ticaret
üzerinden şekillenmiştir. Aynı zamanda Roma’nın bölgesel ağı içinde imparatorluk
kültünün taşıyıcısı hâline gelmiştir.
Bizans döneminde,
Gölyazı’nın karakteri daha belirgin bir biçimde Hristiyanlık merkezli bir
yapıya bürünmüştür. Hristiyanlığın resmî din olarak kabul edilmesiyle birlikte
burada inşa edilen dini yapılar, kentin bir piskoposluk merkezi olabileceğini
düşündürmektedir. Özellikle halk arasında ‘‘Zambaklı Kilise’’ olarak bilinen
yapı, plan düzeni, duvar freskleri ve mimari elemanlarıyla erken Bizans dönemi
ruhaniyetini ve estetiğini yansıtmaktadır. Aynı şekilde, bugün hâlâ görülebilir
durumda olan Aziz Panteleimon Kilisesi, bu dinsel sürekliliğin önemli bir
taşıyıcısıdır. Gölyazı, bu dönemde hem dinsel otoritenin hem de yerel üretimin
bir arada bulunduğu istikrarlı bir yerleşim formuna kavuşmuştur.
Osmanlılar, bölgeye ilk
kez 1302’de Bafeus Savaşı sonrası ulaşmış; daha sonra bölge, Kara Ali Bey
tarafından fethedilmiştir. Osmanlı döneminde Gölyazı, farklı etnik ve dini
kimliklerin bir arada yaşadığı çok kültürlü bir Osmanlı kasabasına dönüşmüştür.
16. yüzyıl tahrir defterlerinde, nüfusun büyük çoğunluğunu Rum Ortodoks
toplulukların oluşturduğu; halkın ise balıkçılık, zeytincilik ve özellikle ipek
böcekçiliği gibi faaliyetlerle geçimini sağladığı görülmektedir. Rum nüfus,
kendi dini yapıları, okulları ve zanaatkârlıklarıyla kasabanın sosyal dokusunu
şekillendirmiştir.
Bu çokkültürlü yapı, 1923
Türkiye-Yunanistan Nüfus Mübadelesi ile kesintiye uğramıştır. Lozan Antlaşması
kapsamında gerçekleşen zorunlu göç sonucu, Gölyazı’daki Rum halk 1924 yılında
Yunanistan’a göç etmiş; yerlerine Selanik, Kavala, Drama ve Girit’ten gelen
Müslüman Türk göçmenler yerleştirilmiştir. Yeni gelen halk, kendilerine yabancı
olan bu coğrafyada geçmişin izlerini dönüştürerek, çoğu zaman üzerine kendi
hikâyelerini yazarak yaşam alanlarını yeniden tanımlamıştır.
Günümüzde Gölyazı, hem
tarihsel sürekliliği hem de kültürel dönüşümü aynı anda barındıran bir bellek
mekânı olarak öne çıkar. Nüfusu görece azdır; halk büyük ölçüde balıkçılık,
zeytinyağı üretimi ve giderek artan kırsal turizm faaliyetleriyle geçimini
sağlamaktadır. Özellikle kadınlar, yerel üretim, el sanatları ve kültür turizmi
alanlarında aktif bir rol üstlenmektedir. Gölyazı’da mübadele belleği hâlâ
canlıdır; yaşlı kuşaklar göç anlatılarını nesiller boyunca aktarmakta, yerel
halk her yıl düzenlenen Mübadele Anma Günü etkinlikleriyle bu tarihsel
travmanın kültürel izdüşümünü yaşatmaktadır.
Mimari olarak Gölyazı, üç
ana katmanı bir arada taşır: antik dönem kalıntıları, Bizans yapıları ve Osmanlı–mübadele
dönemi sivil mimarisi. Antik kentten kalan sur parçaları, Apollon Tapınağı
izleri, lahitler ve yazıtlar, Gölyazı’nın Apollonia kimliğini günümüze taşıyan
unsurlar olarak varlığını sürdürmektedir. Bizans döneminden kalan kiliseler,
özellikle freskli duvarlarıyla dikkat çekerken; Osmanlı ve mübadele sonrası
inşa edilen taş evler, cumbalı yapılar ve dar sokaklar, yerleşimin sosyomekânsal
sürekliliğini açıkça ortaya koymaktadır. Ayrıca 750 yıllık Ağlayan Çınar,
bölgenin doğal ve efsanevi belleğini taşıyan sembolik bir varlık olarak dikkat
çeker.
Arkeolojik araştırmalar,
bu çok katmanlı yapının bilimsel belgelenmesinde önemli bir rol oynamaktadır. Bursa
Arkeoloji Müzesi ve Uludağ Üniversitesi Arkeoloji Bölümü tarafından yürütülen
çalışmalar, bölgenin tarihsel dönemleri arasındaki geçişleri açığa çıkaran
önemli veriler sunmuştur. Yüzey araştırmaları; Apollonia’nın kent planı,
tapınak mimarisi, mezar tipolojisi ve yazıt kültürü üzerine disiplinlerarası
yorumları mümkün kılmakta, özellikle nekropol alanları, antik inanç
sistemlerine dair kapsamlı bilgiler sağlamaktadır.
Tüm bu özellikleriyle
Gölyazı, geçmişin bir tanığı ve geçmişle bugün arasında sürekli yeniden kurulan
bir ilişkinin mekânı olarak değerlendirilebilir. Tarihî sürekliliği, kültürel
çoğulluğu, mekânsal dönüşümü ve yaşayan belleğiyle, Gölyazı Anadolu’nun
kültürel miras coğrafyası içinde özel ve ayrıcalıklı bir yere sahiptir. Bu
nedenle bölge; tarihçiler ve arkeologlar, mimarlık, şehir planlama, antropoloji
ve kültürel çalışmalar alanlarında çalışan araştırmacılar için dikkate değer,
yaşayan bir araştırma sahasıdır.
Mitolojik ve Efsanevi
Katman: Gölyazı’nın Ruhunu Besleyen Anlatılar
Gölyazı, tarihsel
katmanlarıyla; taşıdığı mitolojik ve efsanevi anlatılarla çok boyutlu bir
belleğe sahiptir. Bu anlatılar, bölgenin kültürel sürekliliğini sözlü hafızayla
biçimlendirmiştir. Gölyazı’nın taşlarında, gölünde ve ağaçlarında saklı olan bu
öyküler, zamanın dışında bir hafızayı bugüne taşır.
1. Apollon’un Gölü ve
Kehanetler
Gölyazı’nın antik adı Apollonia
ad Rhyndacum, bir tanrının adıyla, bir inanç biçimiyle şekillenmiştir.
Apollon’un ışık, sanat ve özellikle kehanetle ilişkilendirilen doğası,
yerleşimi kutsal bir zemin hâline getirmiştir. Antik kaynaklarda, tapınak
rahiplerinin Uluabat Gölü’nün suyuna bakarak kehanetlerde bulunduğu, gölde
yansıyan ışığın tanrısal bir mesaj taşıdığına inanıldığı aktarılır. Bu anlatı,
Gölyazı’nın gölle kurduğu bağı metafizik bir düzleme de taşır.
2. Prensesin Adası
Efsanesi
Yörede anlatılagelen bir
başka efsane, Gölyazı’nın oluşumuna mitolojik bir açıklama getirir. Rivayete
göre, Apollonia kralının çok güzel bir kızı vardır. Komşu krallığın prensi bu
kıza âşık olur; fakat prenses, bu aşkı geri çevirir. Öfkesine yenik düşen Melde
kralı, kentin yakınındaki nehir yatağını değiştirerek bölgeyi sular altında
bırakır. Prensesin saklandığı tepe, sularla çevrilir ve bugünkü Gölyazı
yarımadası böyle oluşur. Bu efsane, doğal coğrafyanın halk belleğinde nasıl
masalsı bir dile dönüştüğünü gösteren özgün örneklerden biridir.
3. Ağlayan Çınar ve Eleni
ve Mehmet’in Aşkı
Gölyazı’nın belki de en
dokunaklı anlatısı, Eleni ile Mehmet’in hüzünlü aşkıdır. Mübadelenin kasabayı
ikiye böldüğü yıllarda, bir Rum kızı olan Eleni ile Türk genci Mehmet birbirine
âşık olur. Ancak Eleni’nin ağabeyi Yorgi, bu aşkı kabul etmez ve Mehmet’i
öldürür. Eleni, sevdiğinin cansız bedenini göl kıyısındaki ulu çınarın altında
bulduğunda, oracıkta canına kıyar. O günden sonra bu ağaç, ‘‘Ağlayan Çınar’’ olarak
anılır. Gövdesinden süzülen su damlalarının iki âşığın gözyaşları olduğuna
inanılır. Bu anlatı, mübadele travmasını bireysel bir trajediye dönüştürerek
tarihsel olayları duygusal bir derinliğe taşır.
Bu mitolojik ve efsanevi
anlatılar, Gölyazı’nın ruhsal ve imgesel katmanlarla örülü bir bellek mekânı
olduğunu ortaya koyar. Tapınak taşları kadar, anlatılan efsaneler de bu
coğrafyanın hakikatidir; kehanet gölünde yansıyan bir ışık, suda kalan bir
çığlık ya da ağacın gövdesinde donmuş bir yas olarak…
Gölyazı’nın Ekolojik ve
Biyolojik Zenginliği
Gölyazı, tarihî ve
kültürel katmanlarının ötesinde, barındırdığı doğal zenginlikleriyle de dikkat
çeken özgün bir peyzaj alanıdır. Özellikle Uluabat Gölü çevresinde şekillenen
ekosistem, biyolojik çeşitliliği ve uluslararası koruma statüsüyle bölgeyi bir
tarih mekân ve doğa mirası olarak tanımlar. Bu doğal çevre, Gölyazı’nın
toplumsal yaşamına, ekonomisine ve hatta mitolojik anlatılarına derinlemesine
işlemiştir.
Uluabat Gölü:
Uluslararası Öneme Sahip Bir Sulak Alan
Gölyazı’nın kıyısında yer
alan Uluabat Gölü, 1998 yılında Ramsar Sözleşmesi kapsamında koruma altına
alınmıştır. Bu statü, gölün yalnızca yerel bir doğal kaynak olmadığını, aynı
zamanda küresel ekosistem hizmetleri ve biyolojik çeşitlilik açısından da
kritik bir öneme sahip olduğunu göstermektedir. Uluabat, su rejimi, besin
zinciri, karbon döngüsü gibi sistemlerde oynadığı rolle doğal dengenin
sürdürücüsü niteliğindedir.
Kuş Cenneti: Göç
Yollarının Kalbinde
Uluabat Gölü, Avrupa–Afrika
kuş göç yolları üzerinde yer almakta ve bu nedenle yıl boyunca farklı
dönemlerde 200’ü aşkın kuş türünü ağırlamaktadır. Tepeli pelikan, suna, gri
balıkçıl, leylek ve karabatak, gölde hem barınmakta hem de üremektedir. Gölyazı
sokaklarında elektrik direklerine yuva yapan leylekler, bu zenginliğin gündelik
hayata yansıyan en görünür ve sevimli örneklerindendir. Bu durum, insanla doğa
arasındaki barışçıl yakınlığın sembolü hâline gelmiştir.
Bitki Örtüsü ve Endemik
Türler
2003–2005 yılları
arasında Uluabat Gölü kıyısı ve adalarında yürütülen floristik araştırmalar,
bölgede 675 farklı bitki taksonu bulunduğunu ortaya koymuştur. Bu taksonlar, 96
ayrı familyaya aittir ve içlerinde 24 endemik tür yer almaktadır. Papatyagiller, baklagiller, ballıbabagiller gibi
yaygın familyalar, Gölyazı çevresinin botanik açıdan ne denli çeşitli ve
değerli olduğunu göstermektedir.
Su Canlıları ve
Balıkçılık Geleneği
Uluabat Gölü, turna,
yayın ve sazan gibi balık türlerinin yanı sıra, geçmişte oldukça bol bulunan kerevit
gibi kabuklu canlılara da ev sahipliği yapmıştır. Ancak son yıllarda aşırı
avlanma ve ekolojik dengesizlikler, bu türlerin popülasyonlarında ciddi
azalmaya yol açmıştır. Yine de balıkçılık, Gölyazı halkının temel geçim
kaynaklarından biri olmayı sürdürmektedir
Ekolojik Tehditler ve
Koruma Sorunları
Tüm bu zenginliğe rağmen,
Gölyazı ve çevresi ekolojik tehditlerle karşı karşıyadır. Özellikle evsel
atıklar, tarımsal kimyasallar ve kontrolsüz yapılaşma baskısı, gölün su
kalitesini olumsuz etkilemekte; göçmen kuşların barınma alanlarını
daraltmaktadır. Ayrıca bilinçsiz turizm, doğal ve kültürel miras üzerinde
kalıcı tahribatlar yaratabilecek boyutlara ulaşmıştır. Bu nedenle, bölgede sürdürülebilir
turizm politikalarının hayata geçirilmesi ve ekolojik farkındalığın artırılması,
Gölyazı’nın hem doğal hem kültürel sürekliliği açısından yaşamsal önemdedir.
Güncel Sosyoekonomik
Dinamikler
Gölyazı, son on beş yılda
hızla değişen bir kırsal peyzajın içinden geçmektedir. Özellikle kırsal
turizmin yükselişi, Bursa, İstanbul ve Kocaeli gibi büyük şehirlerden gelen
günübirlik ziyaretçilerin artışıyla ivme kazanmış; bölgenin hem doğal
güzellikleri hem de tarihî dokusu üzerindeki ilgi yoğunlaşmıştır. Ancak bu
yoğunlaşma, beraberinde çeşitli sosyoekonomik ve kültürel gerilimleri de
getirmiştir.
Gölyazı’da turizmin
getirdiği ekonomik canlanma, gelir dağılımında dengesizlik yaratmıştır. Göl
kenarında konumlanan işletmeler, kafeler ve pansiyonlar ekonomik hareketliliğin
merkezinde yer alırken; geçimini hâlâ balıkçılık, zeytin üretimi ve el
sanatıyla sağlayan geleneksel kesimler bu döngüden yeterince fayda
sağlayamamaktadır. Böylece, görünmeyen bir içsel eşitsizlik haritası oluşmakta;
kırsalın ekonomik aktörleri arasında yeni sınırlar belirginleşmektedir.
Mekânsal olarak da
dönüşüm belirgindir. Gölyazı’nın geleneksel taş evlerinden bazıları pansiyonlara
ve ticari mekânlara dönüştürülürken, bu dönüşüm çoğu zaman yerel mimariyle uyumsuz
yapılarla desteklenmekte ve kültürel peyzajın bütünlüğünü tehdit etmektedir.
Göl manzaralı yapıların estetik kaygılardan çok, ticari beklentilerle
şekillenmesi, hem görsel kültürü hem de mekânsal hafızayı zayıflatmaktadır.
Özellikle 14 Şubat,
bayramlar ve hafta sonları gibi özel günlerde Gölyazı, taşıma kapasitesinin çok
üzerinde ziyaretçiyi ağırlamakta; günlük 10.000’i aşan insan akışı, hem
çevresel baskı hem de yerel halkın yaşam kalitesinde gözle görülür bir düşüş
yaratmaktadır. Bu durum, göl ekosistemine zarar vermekte; çöp, trafik ve
gürültü gibi sorunlar bölgenin kırılgan yapısını zorlamaktadır. Kırsal bir
yerleşim için bu denli yoğun ve kontrolsüz ziyaret, hem yaşam biçimini hem de
kimliği aşındıran bir sürece dönüşmektedir.
Görsel Kültür ve Medya Temsilleri: Gölyazı’nın Yeni Yüzü
Gölyazı, son yıllarda akademik
literatürde ya da turistik broşürlerde; görsel kültür ve medya üretimleri
içerisinde görünürlük kazanmıştır. Mekân, hem doğal hem de duygusal
katmanlarıyla bir anlatı yüzeyi olarak yeniden inşa edilmektedir.
Özellikle Derviş Zaim’in ‘‘Balık’’
adlı filmi, Gölyazı’nın hem doğal atmosferini hem de insani yalnızlığını
sinemaya taşımış; izleyiciye bu yerleşimin görsel olduğu kadar anlamsal
derinliğini de sunmuştur. Filmde, gölün durgun yüzeyi kadar, insanların içsel
sessizliği de anlatının merkezine yerleştirilmiştir.
Bunun dışında Gölyazı, fotoğrafçılar
ve sosyal medya kullanıcıları için bir açık hava stüdyosu hâline gelmiştir. Gün
doğumu ve gün batımı fotoğrafları, sazlıklar arasında süzülen kayıklar ve çınar
gölgesinde oturan yaşlı kadınlar, Instagram’da binlerce kez dolaşıma girmiştir.
Bu görsel temsiller, Gölyazı’nın imajını romantize etmiş; böylece bölgeye ‘‘Instagram
turizmi’’ yapan daha genç ve görsellik odaklı bir kitle de yönelmiştir.
Görselliğin tüketimle birleştiği bu yeni turizm formu, mekânın anlamını yeniden
kurarken, aynı zamanda geleneksel dokuyu da dönüştürmektedir.
Gölyazı’da kültürel ve
doğal mirasın korunması, profesyonel uzmanlarca, yerel halkın ve yerel yönetimlerin aktif katılımıyla yürüyen, çok
katmanlı bir koruma pratiğidir. Bu bağlamda Nilüfer Belediyesi’nin 2025 yılında
düzenlediği “Gölyazı Çalıştayı”, kültürel peyzaj, ekolojik denge ve
sürdürülebilir turizm gibi konularda katılımcı bir vizyon ortaya koymuştur.