26 Haziran 2025 Perşembe

Gölyazı Bursa / Tarihî ve Kültürel Sürekliliği



Gölyazı Bursa Tarihî ve Kültürel Sürekliliği

Gölyazı, antik dönemdeki adıyla Apollonia ad Rhyndacum, günümüz Türkiye’sinin kuzeybatısında, Bursa iline bağlı Nilüfer ilçesi sınırlarında yer alan tarihî bir yerleşimdir. Coğrafi konumunu Apolyont (Uluabat) Gölü kıyısında alması ve antik Rhyndakos (bugünkü Mustafakemalpaşa) Nehri’ne yakınlığı, bölgeyi tarih boyunca hem ekonomik hem de stratejik açıdan değerli kılmıştır. Yerleşimin tarihi, MÖ 6. yüzyıla kadar uzanmakta olup, Mysia bölgesi sınırları içerisinde konumlanmaktadır. Antik çağlarda ‘‘Apollonia ad Rhyndacum’’ adıyla anılan bu yerleşim, adını ışık tanrısı Apollon’a ithafen almış ve Apollon’a adanmış tapınaklarıyla ün kazanmıştır.

Antik dönem boyunca Gölyazı, dinsel kimliğiyle öne çıkan bir kent olmuş; özellikle Helenistik ve Roma dönemlerinde, Apollon kültünün yaygınlığına bağlı olarak bölgede yoğun bir tapınak mimarisi ve heykeltraşlık faaliyeti gelişmiştir. Bu dönemden kalan lahitler, yazıtlar, mimari bloklar ve heykel parçaları, tapınak çevresinde gelişen yoğun bir kamusal yaşamın izlerini taşımaktadır. Roma döneminde Gölyazı bir polis statüsü kazanmış, ekonomik yapısı özellikle tarım, balıkçılık ve ticaret üzerinden şekillenmiştir. Aynı zamanda Roma’nın bölgesel ağı içinde imparatorluk kültünün taşıyıcısı hâline gelmiştir.






Bizans döneminde, Gölyazı’nın karakteri daha belirgin bir biçimde Hristiyanlık merkezli bir yapıya bürünmüştür. Hristiyanlığın resmî din olarak kabul edilmesiyle birlikte burada inşa edilen dini yapılar, kentin bir piskoposluk merkezi olabileceğini düşündürmektedir. Özellikle halk arasında ‘‘Zambaklı Kilise’’ olarak bilinen yapı, plan düzeni, duvar freskleri ve mimari elemanlarıyla erken Bizans dönemi ruhaniyetini ve estetiğini yansıtmaktadır. Aynı şekilde, bugün hâlâ görülebilir durumda olan Aziz Panteleimon Kilisesi, bu dinsel sürekliliğin önemli bir taşıyıcısıdır. Gölyazı, bu dönemde hem dinsel otoritenin hem de yerel üretimin bir arada bulunduğu istikrarlı bir yerleşim formuna kavuşmuştur.

Osmanlılar, bölgeye ilk kez 1302’de Bafeus Savaşı sonrası ulaşmış; daha sonra bölge, Kara Ali Bey tarafından fethedilmiştir. Osmanlı döneminde Gölyazı, farklı etnik ve dini kimliklerin bir arada yaşadığı çok kültürlü bir Osmanlı kasabasına dönüşmüştür. 16. yüzyıl tahrir defterlerinde, nüfusun büyük çoğunluğunu Rum Ortodoks toplulukların oluşturduğu; halkın ise balıkçılık, zeytincilik ve özellikle ipek böcekçiliği gibi faaliyetlerle geçimini sağladığı görülmektedir. Rum nüfus, kendi dini yapıları, okulları ve zanaatkârlıklarıyla kasabanın sosyal dokusunu şekillendirmiştir.




Bu çokkültürlü yapı, 1923 Türkiye-Yunanistan Nüfus Mübadelesi ile kesintiye uğramıştır. Lozan Antlaşması kapsamında gerçekleşen zorunlu göç sonucu, Gölyazı’daki Rum halk 1924 yılında Yunanistan’a göç etmiş; yerlerine Selanik, Kavala, Drama ve Girit’ten gelen Müslüman Türk göçmenler yerleştirilmiştir. Yeni gelen halk, kendilerine yabancı olan bu coğrafyada geçmişin izlerini dönüştürerek, çoğu zaman üzerine kendi hikâyelerini yazarak yaşam alanlarını yeniden tanımlamıştır.

Günümüzde Gölyazı, hem tarihsel sürekliliği hem de kültürel dönüşümü aynı anda barındıran bir bellek mekânı olarak öne çıkar. Nüfusu görece azdır; halk büyük ölçüde balıkçılık, zeytinyağı üretimi ve giderek artan kırsal turizm faaliyetleriyle geçimini sağlamaktadır. Özellikle kadınlar, yerel üretim, el sanatları ve kültür turizmi alanlarında aktif bir rol üstlenmektedir. Gölyazı’da mübadele belleği hâlâ canlıdır; yaşlı kuşaklar göç anlatılarını nesiller boyunca aktarmakta, yerel halk her yıl düzenlenen Mübadele Anma Günü etkinlikleriyle bu tarihsel travmanın kültürel izdüşümünü yaşatmaktadır.

Mimari olarak Gölyazı, üç ana katmanı bir arada taşır: antik dönem kalıntıları, Bizans yapıları ve Osmanlı–mübadele dönemi sivil mimarisi. Antik kentten kalan sur parçaları, Apollon Tapınağı izleri, lahitler ve yazıtlar, Gölyazı’nın Apollonia kimliğini günümüze taşıyan unsurlar olarak varlığını sürdürmektedir. Bizans döneminden kalan kiliseler, özellikle freskli duvarlarıyla dikkat çekerken; Osmanlı ve mübadele sonrası inşa edilen taş evler, cumbalı yapılar ve dar sokaklar, yerleşimin sosyomekânsal sürekliliğini açıkça ortaya koymaktadır. Ayrıca 750 yıllık Ağlayan Çınar, bölgenin doğal ve efsanevi belleğini taşıyan sembolik bir varlık olarak dikkat çeker.

Arkeolojik araştırmalar, bu çok katmanlı yapının bilimsel belgelenmesinde önemli bir rol oynamaktadır. Bursa Arkeoloji Müzesi ve Uludağ Üniversitesi Arkeoloji Bölümü tarafından yürütülen çalışmalar, bölgenin tarihsel dönemleri arasındaki geçişleri açığa çıkaran önemli veriler sunmuştur. Yüzey araştırmaları; Apollonia’nın kent planı, tapınak mimarisi, mezar tipolojisi ve yazıt kültürü üzerine disiplinlerarası yorumları mümkün kılmakta, özellikle nekropol alanları, antik inanç sistemlerine dair kapsamlı bilgiler sağlamaktadır.

Tüm bu özellikleriyle Gölyazı, geçmişin bir tanığı ve geçmişle bugün arasında sürekli yeniden kurulan bir ilişkinin mekânı olarak değerlendirilebilir. Tarihî sürekliliği, kültürel çoğulluğu, mekânsal dönüşümü ve yaşayan belleğiyle, Gölyazı Anadolu’nun kültürel miras coğrafyası içinde özel ve ayrıcalıklı bir yere sahiptir. Bu nedenle bölge; tarihçiler ve arkeologlar, mimarlık, şehir planlama, antropoloji ve kültürel çalışmalar alanlarında çalışan araştırmacılar için dikkate değer, yaşayan bir araştırma sahasıdır.



Mitolojik ve Efsanevi Katman: Gölyazı’nın Ruhunu Besleyen Anlatılar

Gölyazı, tarihsel katmanlarıyla; taşıdığı mitolojik ve efsanevi anlatılarla çok boyutlu bir belleğe sahiptir. Bu anlatılar, bölgenin kültürel sürekliliğini sözlü hafızayla biçimlendirmiştir. Gölyazı’nın taşlarında, gölünde ve ağaçlarında saklı olan bu öyküler, zamanın dışında bir hafızayı bugüne taşır.

1. Apollon’un Gölü ve Kehanetler

Gölyazı’nın antik adı Apollonia ad Rhyndacum, bir tanrının adıyla, bir inanç biçimiyle şekillenmiştir. Apollon’un ışık, sanat ve özellikle kehanetle ilişkilendirilen doğası, yerleşimi kutsal bir zemin hâline getirmiştir. Antik kaynaklarda, tapınak rahiplerinin Uluabat Gölü’nün suyuna bakarak kehanetlerde bulunduğu, gölde yansıyan ışığın tanrısal bir mesaj taşıdığına inanıldığı aktarılır. Bu anlatı, Gölyazı’nın gölle kurduğu bağı metafizik bir düzleme de taşır.

2. Prensesin Adası Efsanesi

Yörede anlatılagelen bir başka efsane, Gölyazı’nın oluşumuna mitolojik bir açıklama getirir. Rivayete göre, Apollonia kralının çok güzel bir kızı vardır. Komşu krallığın prensi bu kıza âşık olur; fakat prenses, bu aşkı geri çevirir. Öfkesine yenik düşen Melde kralı, kentin yakınındaki nehir yatağını değiştirerek bölgeyi sular altında bırakır. Prensesin saklandığı tepe, sularla çevrilir ve bugünkü Gölyazı yarımadası böyle oluşur. Bu efsane, doğal coğrafyanın halk belleğinde nasıl masalsı bir dile dönüştüğünü gösteren özgün örneklerden biridir.

3. Ağlayan Çınar ve Eleni ve Mehmet’in Aşkı

Gölyazı’nın belki de en dokunaklı anlatısı, Eleni ile Mehmet’in hüzünlü aşkıdır. Mübadelenin kasabayı ikiye böldüğü yıllarda, bir Rum kızı olan Eleni ile Türk genci Mehmet birbirine âşık olur. Ancak Eleni’nin ağabeyi Yorgi, bu aşkı kabul etmez ve Mehmet’i öldürür. Eleni, sevdiğinin cansız bedenini göl kıyısındaki ulu çınarın altında bulduğunda, oracıkta canına kıyar. O günden sonra bu ağaç, ‘‘Ağlayan Çınar’’ olarak anılır. Gövdesinden süzülen su damlalarının iki âşığın gözyaşları olduğuna inanılır. Bu anlatı, mübadele travmasını bireysel bir trajediye dönüştürerek tarihsel olayları duygusal bir derinliğe taşır.

Bu mitolojik ve efsanevi anlatılar, Gölyazı’nın ruhsal ve imgesel katmanlarla örülü bir bellek mekânı olduğunu ortaya koyar. Tapınak taşları kadar, anlatılan efsaneler de bu coğrafyanın hakikatidir; kehanet gölünde yansıyan bir ışık, suda kalan bir çığlık ya da ağacın gövdesinde donmuş bir yas olarak…

Gölyazı’nın Ekolojik ve Biyolojik Zenginliği

Gölyazı, tarihî ve kültürel katmanlarının ötesinde, barındırdığı doğal zenginlikleriyle de dikkat çeken özgün bir peyzaj alanıdır. Özellikle Uluabat Gölü çevresinde şekillenen ekosistem, biyolojik çeşitliliği ve uluslararası koruma statüsüyle bölgeyi bir tarih mekân ve doğa mirası olarak tanımlar. Bu doğal çevre, Gölyazı’nın toplumsal yaşamına, ekonomisine ve hatta mitolojik anlatılarına derinlemesine işlemiştir.

 

Uluabat Gölü: Uluslararası Öneme Sahip Bir Sulak Alan

Gölyazı’nın kıyısında yer alan Uluabat Gölü, 1998 yılında Ramsar Sözleşmesi kapsamında koruma altına alınmıştır. Bu statü, gölün yalnızca yerel bir doğal kaynak olmadığını, aynı zamanda küresel ekosistem hizmetleri ve biyolojik çeşitlilik açısından da kritik bir öneme sahip olduğunu göstermektedir. Uluabat, su rejimi, besin zinciri, karbon döngüsü gibi sistemlerde oynadığı rolle doğal dengenin sürdürücüsü niteliğindedir.

Kuş Cenneti: Göç Yollarının Kalbinde

Uluabat Gölü, Avrupa–Afrika kuş göç yolları üzerinde yer almakta ve bu nedenle yıl boyunca farklı dönemlerde 200’ü aşkın kuş türünü ağırlamaktadır. Tepeli pelikan, suna, gri balıkçıl, leylek ve karabatak, gölde hem barınmakta hem de üremektedir. Gölyazı sokaklarında elektrik direklerine yuva yapan leylekler, bu zenginliğin gündelik hayata yansıyan en görünür ve sevimli örneklerindendir. Bu durum, insanla doğa arasındaki barışçıl yakınlığın sembolü hâline gelmiştir.




Bitki Örtüsü ve Endemik Türler

2003–2005 yılları arasında Uluabat Gölü kıyısı ve adalarında yürütülen floristik araştırmalar, bölgede 675 farklı bitki taksonu bulunduğunu ortaya koymuştur. Bu taksonlar, 96 ayrı familyaya aittir ve içlerinde 24 endemik tür yer almaktadır. Papatyagiller, baklagiller, ballıbabagiller gibi yaygın familyalar, Gölyazı çevresinin botanik açıdan ne denli çeşitli ve değerli olduğunu göstermektedir.

Su Canlıları ve Balıkçılık Geleneği

Uluabat Gölü, turna, yayın ve sazan gibi balık türlerinin yanı sıra, geçmişte oldukça bol bulunan kerevit gibi kabuklu canlılara da ev sahipliği yapmıştır. Ancak son yıllarda aşırı avlanma ve ekolojik dengesizlikler, bu türlerin popülasyonlarında ciddi azalmaya yol açmıştır. Yine de balıkçılık, Gölyazı halkının temel geçim kaynaklarından biri olmayı sürdürmektedir

Ekolojik Tehditler ve Koruma Sorunları

Tüm bu zenginliğe rağmen, Gölyazı ve çevresi ekolojik tehditlerle karşı karşıyadır. Özellikle evsel atıklar, tarımsal kimyasallar ve kontrolsüz yapılaşma baskısı, gölün su kalitesini olumsuz etkilemekte; göçmen kuşların barınma alanlarını daraltmaktadır. Ayrıca bilinçsiz turizm, doğal ve kültürel miras üzerinde kalıcı tahribatlar yaratabilecek boyutlara ulaşmıştır. Bu nedenle, bölgede sürdürülebilir turizm politikalarının hayata geçirilmesi ve ekolojik farkındalığın artırılması, Gölyazı’nın hem doğal hem kültürel sürekliliği açısından yaşamsal önemdedir.



Güncel Sosyoekonomik Dinamikler

Gölyazı, son on beş yılda hızla değişen bir kırsal peyzajın içinden geçmektedir. Özellikle kırsal turizmin yükselişi, Bursa, İstanbul ve Kocaeli gibi büyük şehirlerden gelen günübirlik ziyaretçilerin artışıyla ivme kazanmış; bölgenin hem doğal güzellikleri hem de tarihî dokusu üzerindeki ilgi yoğunlaşmıştır. Ancak bu yoğunlaşma, beraberinde çeşitli sosyoekonomik ve kültürel gerilimleri de getirmiştir.

Gölyazı’da turizmin getirdiği ekonomik canlanma, gelir dağılımında dengesizlik yaratmıştır. Göl kenarında konumlanan işletmeler, kafeler ve pansiyonlar ekonomik hareketliliğin merkezinde yer alırken; geçimini hâlâ balıkçılık, zeytin üretimi ve el sanatıyla sağlayan geleneksel kesimler bu döngüden yeterince fayda sağlayamamaktadır. Böylece, görünmeyen bir içsel eşitsizlik haritası oluşmakta; kırsalın ekonomik aktörleri arasında yeni sınırlar belirginleşmektedir.

Mekânsal olarak da dönüşüm belirgindir. Gölyazı’nın geleneksel taş evlerinden bazıları pansiyonlara ve ticari mekânlara dönüştürülürken, bu dönüşüm çoğu zaman yerel mimariyle uyumsuz yapılarla desteklenmekte ve kültürel peyzajın bütünlüğünü tehdit etmektedir. Göl manzaralı yapıların estetik kaygılardan çok, ticari beklentilerle şekillenmesi, hem görsel kültürü hem de mekânsal hafızayı zayıflatmaktadır.

Özellikle 14 Şubat, bayramlar ve hafta sonları gibi özel günlerde Gölyazı, taşıma kapasitesinin çok üzerinde ziyaretçiyi ağırlamakta; günlük 10.000’i aşan insan akışı, hem çevresel baskı hem de yerel halkın yaşam kalitesinde gözle görülür bir düşüş yaratmaktadır. Bu durum, göl ekosistemine zarar vermekte; çöp, trafik ve gürültü gibi sorunlar bölgenin kırılgan yapısını zorlamaktadır. Kırsal bir yerleşim için bu denli yoğun ve kontrolsüz ziyaret, hem yaşam biçimini hem de kimliği aşındıran bir sürece dönüşmektedir.

Görsel Kültür ve Medya Temsilleri: Gölyazı’nın Yeni Yüzü

Gölyazı, son yıllarda akademik literatürde ya da turistik broşürlerde; görsel kültür ve medya üretimleri içerisinde görünürlük kazanmıştır. Mekân, hem doğal hem de duygusal katmanlarıyla bir anlatı yüzeyi olarak yeniden inşa edilmektedir.

Özellikle Derviş Zaim’in ‘‘Balık’’ adlı filmi, Gölyazı’nın hem doğal atmosferini hem de insani yalnızlığını sinemaya taşımış; izleyiciye bu yerleşimin görsel olduğu kadar anlamsal derinliğini de sunmuştur. Filmde, gölün durgun yüzeyi kadar, insanların içsel sessizliği de anlatının merkezine yerleştirilmiştir.

Bunun dışında Gölyazı, fotoğrafçılar ve sosyal medya kullanıcıları için bir açık hava stüdyosu hâline gelmiştir. Gün doğumu ve gün batımı fotoğrafları, sazlıklar arasında süzülen kayıklar ve çınar gölgesinde oturan yaşlı kadınlar, Instagram’da binlerce kez dolaşıma girmiştir. Bu görsel temsiller, Gölyazı’nın imajını romantize etmiş; böylece bölgeye ‘‘Instagram turizmi’’ yapan daha genç ve görsellik odaklı bir kitle de yönelmiştir. Görselliğin tüketimle birleştiği bu yeni turizm formu, mekânın anlamını yeniden kurarken, aynı zamanda geleneksel dokuyu da dönüştürmektedir.

 Katılımcı Koruma ve Yerel Bellek Pratikleri

Gölyazı’da kültürel ve doğal mirasın korunması, profesyonel uzmanlarca, yerel halkın ve yerel yönetimlerin aktif katılımıyla yürüyen, çok katmanlı bir koruma pratiğidir. Bu bağlamda Nilüfer Belediyesi’nin 2025 yılında düzenlediği “Gölyazı Çalıştayı”, kültürel peyzaj, ekolojik denge ve sürdürülebilir turizm gibi konularda katılımcı bir vizyon ortaya koymuştur.

 Gölyazı bugün, tarihsel, doğal, mitolojik ve sosyolojik katmanların iç içe geçtiği; bir yandan görsel kültürle yeniden üretildiği, bir yandan da yerel belleğin direnç noktalarında korunduğu çok yönlü bir araştırma ve deneyim alanıdır. Bu yönüyle Gölyazı, gezilip görülmesi gereken bir yer; dinlenmesi, okunması ve yaşanması gereken bir anlatı mekânıdır.




 


Gölyazı Bursa / Tarihî ve Kültürel Sürekliliği

Gölyazı Bursa Tarihî ve Kültürel Sürekliliği Gölyazı, antik dönemdeki adıyla Apollonia ad Rhyndacum, günümüz Türkiye’sinin kuzeybatısında,...