29 Haziran 2025 Pazar

Ömer Seyfettin’in Hürriyet Bayrakları, Topuz, Vire, Vermeyince Mabud, Nasıl Kurtarmış?

Ömer Seyfettin’in Hürriyet Bayrakları, Topuz, Vire, Vermeyince Mabud, Nasıl Kurtarmış?

Ömer Seyfettin – Topuz (1917)

Topuz, Ömer Seyfettin’in tarihsel ve milli bilinç temalı kısa hikâyelerinden biridir. 27 Aralık 1917’de yayımlanan bu eser, Osmanlı’nın Eflak üzerindeki otoritesini ve devlet ciddiyetini simgesel bir olayla anlatır. Hikâye, Eflak prensi Osmanlı’dan ayrılarak bağımsızlık ilan ettiğinde başlar. Prens, halkın alkışları arasında bir sarayda tahtına kurulmuştur. Fakat bu süslü bağımsızlık töreni, Osmanlı elçisinin gelişiyle dramatik biçimde kesilir. Elçi, padişah fermanıyla birlikte bir topuz ve bir davul getirmiştir. Törenin ortasında topuzu aniden prensin başına indirerek onu öldürür ve böylece Osmanlı’nın hâlâ egemen olduğunu sert bir biçimde gösterir.

Hikâye Maupassant tarzı bir olay öyküsüdür: Serim, düğüm ve çözüm bölümleri belirgin; dil sade ve sürükleyicidir. Topuz, devletin adalet ve iradesinin simgesidir. Hikâye, Ömer Seyfettin’in Türkçülük anlayışıyla yoğrulmuş; milli şuur kazandırma amacını taşıyan bir edebi örnektir.

Topuz, devletin saygınlığını ve gerektiğinde şiddetle tecelli eden otoritesini, semboller (topuz, berat, davul) aracılığıyla vurgulayan çarpıcı bir anlatıdır. Okuyucuyu beklenmedik sonuyla sarsar; tarihsel bir atmosferde geçen kısa ama etkili bir milli duruş öyküsüdür.

Ömer Seyfettin – Vire (1917)

Vire, Ömer Seyfettin’in zekâ, strateji ve milli bilinç temalarını işlediği kısa hikâyelerinden biridir. 11 Ekim 1917’de Yeni Mecmua’da yayımlanan bu öyküde, Osmanlı sınırında yer alan bir kalede görev yapan genç komutan Barhan Bey’in akıl dolu bir planla düşman ordusunu alt edişi anlatılır. Kale, yalnızca 150 askerle savunulmaktadır; mühimmatları sınırlı, erzakları tükenmek üzeredir. Düşman ise yüzlerce şövalyeyle kaleyi kuşatmıştır. Barhan Bey, doğrudan çatışmanın anlamsız olduğunu görür ve vire (teslim) oyununu oynamaya karar verir.

Barut sandığı süsü verilen kömür çuvalları, içilmez hale getirilmiş su sarnıcı ve teslim süsü verilen bir kurgu yardımıyla düşman kandırılır. Düşman, kaleye giriş izni aldığını sanırken, aslında kendi sonunu hazırlamıştır. Su ve mühimmat bulamayan şövalyeler dört gün susuzluk çeker, sonunda teslim olur ve büyük miktarda erzak karşılığında esirlerin iadesiyle uzaklaştırılır. Böylece kalenin onuru korunur, tek bir kurşun atmadan düşman bozguna uğratılır.

Vire, savaşta kaba güçten ziyade stratejik aklın önemini vurgular. Barhan Bey, aklın rehberliğinde hareket eden bir liderdir. Hikâyenin dili sade, anlatımı akıcı, yapısı klasik olay hikâyesi şeklindedir. Maupassant tarzı bu öyküde, Ömer Seyfettin Türk milletine savaşta düşünmenin, planlamanın ve sabrın ne denli etkili olduğunu göstermek ister. Aynı zamanda, cesareti kör şiddetle değil; bilgelikle dengeleyen bir kahraman tipi sunar.

Ömer Seyfettin – Vermeyince Mabud (Kadın Kahramanlı Öykü)

Ömer Seyfettin’in Vermeyince Mabud adlı kısa hikâyesi, savaş yıllarının gölgesinde yoksullukla boğuşan genç bir kadının sessiz trajedisini anlatır. Hikâyeye adını veren deyim –Vermeyince Mabud, neylesin Mahmud – bu sefer hayatta hiçbir nasibi olmayan, toplumun en altındaki bir kadının yazgısıyla ilişkilendirilir.

Hikâye, yoksulluğun en ağır hâllerini yaşayan, hastane civarındaki bir gecekonduda yaşam mücadelesi veren genç bir kadınla açılır. Kadın, hem fiziksel hem duygusal açıdan tükenmiştir. Üstü başı yırtık, gıdasızlıktan solgun, ama hâlâ dimdik duran bir gurur taşır. Kuru ekmeğin yanına bulabildiği tek şey zeytindir. Hayatı boyunca eline geçen en büyük nimet, kuru bir zeytinli ekmek olmuştur. Gözlerini pencereden dışarı dikerken, onun hayattan beklentisizliğini de hissederiz.

Bu hikâye, Ömer Seyfettin’in çoğu milliyetçi, kahramanlık odaklı öykülerinden farklıdır. Olaydan çok ruh hâline, kahramanlıktan çok çaresizliğe odaklanır. Kadın merkezli olması, onu hem edebî hem pedagojik açıdan özel kılar.

Nasıl Kurtarmış? Öyküsünde Kadı Figürü: Aşağılama mı, Eleştiri mi?

Öyküde Kadı Mustafa Efendi; sessiz, soğuk, donuk, gülmeyen, halkla bağ kurmayan bir figür olarak çizilir. Çarşıdaki insanlar onun gülümsememesinden, suskunluğundan, varlığıyla etrafa bir tür baskı ve korku salmasından söz eder. Ancak esas kırılma noktası, bir rüyada ortaya çıkar: Bir Yörük, rüyasında bu kadının bir yaban domuzuna dönüşerek sürüye saldıran kurdu parçaladığını anlatır. Bunun üzerine halk, kadıyı “kahraman” olarak görmeye başlar. Yani hiçbir şey yapmayan biri, yalnızca bir hayal (rüya) ve korku üzerinden yüceltilir.

Fakat burada ince bir detay var:Kadı bir domuz suretinde kahramanlaştırılıyor. Bu, İslamî ve Osmanlı değerleri bağlamında düşündüğümüzde açık bir aşağılama imgesidir. Domuz, İslami sembolizmde en aşağılık hayvanlardan biri olarak görülür. Kahramanlık anlatısına bu türden bir dönüşümle katılması, hem grotesk hem alaycıdır.

Nasıl Kurtarmış? Adlı öykü ilk bakışta güldüren ama derinlemesine bakıldığında kadı figürü üzerinden hem halkın güç algısını hem de Osmanlı taşra düzenini aşağılayan, ince bir hiciv taşır. Kahraman, halkın zihninde yaratılır; ama bu kahramanlık bile grotesk, alaycı ve aslında aşağılayıcı bir biçimde kurulur. Kadının bir domuz suretine bürünmesi, onun halkın bilinçaltındaki gerçek değerini ortaya koyar: korkulan ama sevilmeyen, saygı duyulan ama küçümsenen bir figür.

Ömer Seyfettin’in Hürriyet Bayrakları

Ömer Seyfettin’in ilk kez 1916’da Türk Yurdu Mecmuası’nda yayımlanan, ancak 1910 yılında kaleme aldığı Hürriyet Bayrakları adlı öyküsü, II. Meşrutiyet’ten sonra Osmanlıcılık düşüncesinin Balkanlar’daki gerçeklikle çatışmasını gözler önüne seren güçlü bir hiciv örneğidir. Yazar, Balkan Savaşları sırasında bizzat tanık olduğu çözülme sürecini ve Osmanlı İmparatorluğu’nun çok uluslu yapısının artık bir arada tutulamayacak hale gelişini sade, ironik ve çarpıcı bir dille aktarır. Hikâyenin merkezinde idealler ile gerçekler arasındaki derin uçurum, romantik hayallerin trajik bir yanılsamaya dönüşmesi ve çok uluslu bir imparatorluğun çözülüş süreci yer alır.

Öykü, Bulgaristan’daki Demirhisar’dan Cumayıbala ve Razlık’a uzanan bir yolculuğu konu alır. Kahraman anlatıcı, II. Meşrutiyet’in yıldönümü olan 10 Temmuz sabahı, kaldığı handa davul ve zurna sesleriyle uyanır; dışarıda Meşrutiyet’in coşkuyla kutlandığını gözlemler. Ancak bu coşkunun ardında, “Hangi milletin bayramı?” sorusu zihnini kurcalamaktadır. Anlatıcı, Osmanlıcılık idealine şüpheyle yaklaşır; çünkü onun gözünde bu ideal, birbirinden farklı tarih, dil, kültür ve hedeflere sahip milletleri zorla bir arada tutmaya çalışan romantik ama gerçek dışı bir hayalden ibarettir.

Yola çıkan anlatıcı, bir teğmenle karşılaşır. Bu genç zabit, Osmanlıcılık idealine yürekten bağlıdır ve II. Meşrutiyet’in ilanıyla artık Arap, Arnavut, Rum, Bulgar, Sırp, Yahudi, Ermeni ve Türklerin tek bir millet olduğunu savunur. Anlatıcı ise mantıksal ve matematiksel örnekler yoluyla bu görüşü çürütmeye çalışır; farklı milletleri zorla bir araya getirmenin, farklı türden nesneleri toplayıp tek bir bütün yapmaya çalışmak kadar imkânsız olduğunu vurgular. Zabit ise ideallerinin doğruluğundan şüphe etmeyi reddeder; ona göre bu düşünceye yalnız halk değil, devlet adamları da inanmıştır ve bu inanç yanlış olamaz.

Tartışma, bir Bulgar köyünün uzaktan görünmesiyle farklı bir boyut kazanır. Zabit, köydeki kırmızı biber sarkıntılarını uzaktan görünce heyecana kapılır ve bunların hürriyet bayrakları olduğunu, Bulgarların Osmanlılık fikrine bağlılıklarının göstergesi sayılabileceğini iddia eder. Anlatıcı şüphe içindedir, ancak zabitin ısrarıyla köye kadar gitmeyi kabul eder. Zorlu bir yolculuğun ardından köye vardıklarında gerçeğin acı yüzü ortaya çıkar: uzaktan bayrak gibi görünen kırmızı nesneler, aslında Bulgar köylülerinin kış için hazırladıkları, güneşe astıkları kırmızı biber dizileridir. Zabit’in yaşadığı hayal kırıklığı, yalnızca bireysel bir yanılgı değil, Osmanlıcılık idealinin iflasının sembolüdür. Köylülerin ilgisizliği, köpeklerin havlaması ve domuzların kayıtsızca gübre arayışı, Osmanlıcılık fikrinin Balkanlar’da halk nezdinde hiçbir anlam taşımadığını, bu topraklarda artık Osmanlılık adına bir duygu kalmadığını ortaya koyar.

Hikâye boyunca kırmızı biber dizileri, Osmanlıcılık hayalinin görsel bir metaforu olarak öne çıkar. Uzaktan bakıldığında umut ve birlik sembolü gibi görünen bu nesneler, yakından bakıldığında sıradan ve gündelik bir gerçekliği temsil eder. Ömer Seyfettin’in sade ve yalın dili, ironik anlatımı ve sembollerle kurduğu güçlü metaforik yapı, metni yalnız bir öykü olmaktan çıkarıp çöküşteki bir imparatorluğun ruh haline dair bir belgeye dönüştürür. Yazar bu öyküyle; bir devrin politik atmosferini, çok uluslu imparatorlukların çözülme sürecini, sahte ideallerin ve hayallerin toplumları nasıl yanıltabileceğini çarpıcı biçimde aktarır. Hürriyet Bayrakları, dün olduğu gibi bugün de farklı kimliklerin bir arada yaşaması üzerine yürütülen tartışmalara ışık tutan, tarihten dersler çıkarılması gereken güçlü bir edebi metin olarak önemini korumaktadır.

 

 


Ömer Seyfettin’in Hürriyet Bayrakları, Topuz, Vire, Vermeyince Mabud, Nasıl Kurtarmış?

Ömer Seyfettin’in Hürriyet Bayrakları, Topuz, Vire, Vermeyince Mabud, Nasıl Kurtarmış? Ömer Seyfettin – Topuz (1917) Topuz, Ömer Seyfett...