23 Kasım 2025 Pazar

Egzotizm, Tarih ve Kurmaca: Suat Derviş’in Bir Harem Ağasının Hatıraları Romanına Bir Bakış

Suat Derviş kız kardeşiyle birlikte Almanya’da kaldığı dönemde yazılarından kazandığı parayla geçimini sağlar. Bu dönemde çeşitli dergi ve gazetelere makaleler, fıkralar ve kısa yazılar gönderir. Bu metinler dönemin popüler basın ortamının beklentilerine uygundur. 

Bir süre sonra annesi, babası ve erkek kardeşi de Berlin’e gelir. Özellikle babasının hastalığı ve tedavi için gereken para, Suat Derviş’in ekonomik yükünü önemli ölçüde artırır. Tam bu dönemde birlikte çalıştığı yayıncılardan biri, ondan Osmanlı haremini konu alan bir kitap hazırlamasını ister. İstenen teslim süresi oldukça kısadır: yalnızca on beş gün. Yayınevinin talebi dönemin Avrupalı okuyucusunda merak uyandıran “harem anlatıları” türüne katkı niteliğindedir. Suat Derviş parasızlık nedeniyle bu teklifi kabul eder. Ardından yoğun bir çalışma süreci başlar. Editörüyle birlikte hızlı bir şekilde taslak oluşturur, metni geliştirir ve gereken araştırmaları kısa sürede tamamlar. 

Suat Derviş’in “Bir Harem Ağasının Hatıraları” adlı romanı gerçek bir harem ağasının yaşadıklarını anlatıyormuş gibi dursa da özünde tamamen kurguya dayalı bir anlatıdır. Derviş, dönemin tarihsel atmosferini iyi bilen, araştırmacı ruhuna sahip bir yazar olarak Osmanlı sarayının sosyal gerçekliğini yazar; fakat ortaya çıkan eser tarihî bir belge olmaktan çok, tarihsel bilgiyi kurmaca estetiğiyle harmanlayan bir roman niteliği kazanır.

Anlatının merkezindeki figürlerden biri Hayrettin adlı harem ağasıdır. Küçük yaşta Afrika’dan kaçırılmış, hadım edilerek köleleştirilmiş ve birkaç kez el değiştirdikten sonra saraya getirilmiştir. Suat Derviş, Hayrettin’i Osmanlı saray sistemi içinde yükselmenin koşullarını anlamak için bir araç olarak da kullanır. Hayrettin keskin zekâsı, olayları doğru değerlendirme yeteneği ve saray içi dengeleri hızla kavrama becerisi sayesinde kısa zamanda yükselir; hatta II. Abdülhamid’in en yakınlarından biri hâline gelir. 

Romanın ilk bölümlerinde Abdülhamid ile Nazende adlı genç bir cariyenin hikâyesi yer alır. Nazende’nin talihi trajiktir. O aslında V. Murad’a tutkuyla bağlıdır; fakat kader onu Abdülhamid’in gözdelerinden biri hâline getirmiştir. Ne var ki V. Murad ile yazışmaları ortaya çıkar ve bu durum da “ihanet” olarak görülür. Nazende genç yaşında başka hiçbir çaresi olmadığından zehir içerek ölür. 

Metnin ilerleyen kısımlarında bir başka kadın karakter -Cevhermisal- sarayın iç dünyasının tamamlayıcı bir figürü olarak öne çıkar. Bu kadın karakterler aracılığıyla saray hayatının günlük yaşantısı, cariyeler arasındaki hiyerarşi, kıskançlık ve rekabet ilişkileri, efendi-kul düzeninin dayanılmaz ağırlığı daha somut bir görünürlük kazanır. Derviş, bu karakterleri kullanarak saray kadınlarının yalnızca “güzel yüzler” ya da “entrikacı tipler” olmadığını; aynı zamanda fiziksel, psikolojik ve sürekli bir baskı rejimine, görünmez bir gözetime mahkûm olduklarını vurgular.

Romanın son bölümleri, Osmanlı hanedanının çalkantılı dönemine gönderme yapar. Sultan Abdülaziz’in ölümünün intihar mı yoksa cinayet mi olduğu yönündeki tartışmalar; ardından kısa süreli V. Murad saltanatı; daha sonra Abdülhamid’in tahta geçip Murad’ı Çırağan Sarayı’nda uzun süre kapalı bir yaşam içinde tutması, bir anlamda ölüme terk etmesi -tüm bunlar metnin tarihsel çerçevesinin önemli unsurlarıdır. 

Suat Derviş’in bu kitabı sonuçta bir Batılı yayımcının siparişi üzerine yazılmıştır. Bu nedenle anlatının bütünüyle “nesnel” bir harem tasviri sunduğunu söylemek güçtür. Dönemin Avrupa’sında Osmanlı haremi çoğu zaman egzotik, kapalı, gizemli ve acı dolu bir mekân olarak tasavvur edilir; Abdülhamid de özellikle Batı basınında sert, otoriter ve kimi zaman zalim bir figür olarak yansıtılır. Derviş’in anlatısında bu bakışın izleri açıkça görülür. Yine de roman tek boyutlu bir egzotizm üretmez; saray içindeki ilişkileri, güç mücadelelerini, kadınların yalnızlığını ve kölelik düzeninin yarattığı psikolojik baskıyı tarihsel gerçeklikten tamamen koparmadan işler.

Roman nihayetinde kurgusal bir eser olmakla birlikte, okurda şu izlenimi uyandırır: Saray gibi son derece hiyerarşik, kapalı ve siyasi gerilimin merkezinde duran bir yapıda entrikaların, rekabetlerin ve insan trajedilerinin yaşanmamış olması daha şaşırtıcı olurdu. Derviş’in anlatısı gerçek ile kurgu arasındaki bu geniş alanı kullanarak harem hayatının hem insani hem yapısal boyutlarını görünür kılar.

Kara Kentin Kahkahası

Ah Tanrım, ne solgun diye mırıldanırdı papaz acı çekiyor gibi görünen şu kadının kahkahası Çoktan yanıp kül olmuş kara kentin iti kopuğu...