Üftâde
Mehmed Muhyiddin: Osmanlı’da Tasavvufî Zühdün Bursa ile Bütünleşen Yüzü
1490’lı yıllarda Bursa’da
dünyaya gelen Mehmed Muhyiddin Üftâde, Osmanlı klasik çağının sonlarına tekabül
eden bir dönemde yaşamış, yaklaşık doksan yıllık ömrü boyunca ilim, ahlâk ve
tasavvuf çizgisinde örnek bir duruş sergilemiş ve Bursa’da vefat etmiştir. Asıl
adı Mehmed Muhyiddin olan Üftâde Hazretleri, Bursa’da doğmuş, burada büyümüş,
burada eğitim almış ve yine bu şehirde irşad faaliyetlerini sürdürerek Bursa’da
ebedî istirahatine çekilmiştir. Onun hayatı, sıradan bir zühd yaşantısından
ziyade, hem pedagojik hem manevî hem de toplumsal dönüşüm açısından çok yönlü
bir model oluşturmakta, bu yönüyle sadece bireysel bir dervişlik tecrübesi
olmaktan öteye geçerek Osmanlı şehir tasavvuru içinde kökleşmiş bir rehberlik
biçimini yansıtmaktadır.
Doğumuna dair anlatılan
rivayetlerden biri, annesinin onun çocukluk yıllarında bir gece rüyasında süt
derelerine dalarak çıktığını görmesi ve bu rüyanın kocası tarafından ilim ve
irfan ehli bir evlat olarak yorumlanmasıdır. Bu anlatı, sadece manevi bir müjde
olmaktan çok, Osmanlı kültüründe yaygın olan rüya ve sembolik düşüncenin
pedagojik bir değer taşıdığını, çocuğun eğitimine dair kararlarda belirleyici
bir işlev üstlendiğini göstermektedir. Üftâde Hazretleri’nin çocukluk eğitimi,
özellikle dört yaş dört ay dört gün esasına dayandırılmış ve bu yaşın, çocuğun
zihinsel açıklığının, ahlaki kabiliyetinin ve irfanî alımlayıcılığının en
yüksek seviyeye çıktığı dönem olarak kabul edilmesi üzerinden temellendirilmiştir.
Nitekim sözlü gelenekte, çocuğun bu yaşa ulaştığında kendisine söylenen ve
gösterilen her şeyi doğrudan zihnine nakşettiği, eğitimin verimliliğinin bu
dönemde en yüksek düzeye ulaştığı dile getirilmiştir.
Tasavvufî terbiyesinde
Hızır Dede'nin etkisi son derece belirleyicidir. Hızır Dede, Karacabey'de
çobanlık yaparken soğuk kış mevsiminde ayakları donmuş, bu nedenle Bursa'ya
yerleşmiş, burada tasavvuf yoluna intisap ederek ilim, irfan ve hizmet ile dolu
bir hayata yönelmiştir. Üftâde’nin Hızır Dede ile kurduğu ilişki, sadece
mürid-mürşid bağlamında değil, aynı zamanda toplumsal sınıf ve yaşam
tecrübeleri arasındaki geçişkenliğin bir örneği olarak da okunmalıdır. Hızır
Dede’nin ipekçilik mesleği üzerinden Üftâde’nin tahsiline destek sağlaması,
maddî üretim ile manevî gelişimin bir arada yürütülebileceğini göstermesi
bakımından dikkate değerdir. Aynı zamanda onun zahir-bütünlük ilişkisine
verdiği önem, Üftâde'nin ilmî ve tasavvufî gelişiminin temelinde yer almıştır.
Üftâde Hazretleri’nin
gençlik yıllarında Selçuk Hatun Mescidi İmamı Şeyh Muslihiddin Efendi’den temel
dinî eğitim aldığı ve tasavvufa erken yaşta yönelmek istediği anlaşılmaktadır.
Ancak Muslihiddin Efendi, her şeyin vaktine uygun gerçekleşmesi gerektiğini
belirterek onu sabırla beklemeye teşvik etmiş, böylece zaman ve hâl
kavramlarının tasavvufî eğitimdeki merkeziyetine dikkat çekmiştir. Bu dönem,
Üftâde'nin içsel olgunlaşmasına zemin hazırlamış, ardından Meczub Abdal Mehmed
Dede’nin cezbe neşesiyle tanışarak tasavvuf yolculuğuna adım atmasına vesile
olmuştur. Bursa’daki camilerde ezan okurken sesiyle halkı derinden etkileyen
Üftâde Hazretleri’ne müezzinlik görevi önerilmiş, ancak bir gece gördüğü rüyada
kendisine Üftâde oldun hitabı yapıldıktan sonra bu tekliften vazgeçmiş ve
istifa ederek istinkâf eylemiştir. Üftâde mahlasını da bu rüyadan sonra
benimsemiş, anlam itibarıyla düşkün, boynu bükük, kabul etmeyen mânâlarına
gelen bu kelime, onun zühd ve irfanla örülmüş hayatını simgeleyen sembolik bir
kimlik halini almıştır.
Tasavvufî düşüncesinde ve
uygulamalarında Halvetî gelenekten beslenmiş, zamanla Celvetiyye adı verilen
irfan yolunun öncüsü hâline gelmiştir. Celvet, yalnızlığa çekilmekten sonra
yeniden halkın arasına dönmeyi, mânevî eğitim sürecinin ardından hizmeti esas
almayı, nefs terbiyesi ile donanmış bir dervişin topluma dönerek hakikati
paylaşmasını ifade eden bir yöntemdir. Celvet yolunda yürümek, sükûttan sadâya,
hicretten hitâba yönelmek anlamına gelmekte, bu yönüyle Halvetî anlayıştan
ayrışarak toplumsal sorumluluk bilincini öne çıkarmaktadır. Üftâde’nin Gaybdan
yevmi otuz akçe sözüyle ifade ettiği irfan anlayışı, tevekkül ile rızkın Allah
tarafından tayin edileceği inancına yaslanmakta, kolaylık değil zahmet tercih
edilerek hakikat yolunun meşakkatle örüldüğünü vurgulamaktadır.
Üftâde Hazretleri'nin
Celvetiyye’ye kazandırdığı sistem, bir zikir düzeni yahut tarikat pratiği ve
bir hayat nizamı sunmaktadır. Günlük hayatta uygulanan zikirler, istiğfarlar,
salavatlar ve tevhidler ile birlikte, ibadet vakitleri arasına yerleştirilen
nafile namazlar, evrad-ı celvetiyye duaları, oruç düzenleri ve ahlâkî
hassasiyetler, bireyin ruhî terbiyesini süreklileştiren bir çerçeve sunmuştur.
Devamlı abdestli olmak, her abdestten sonra iki rekât şükür namazı kılmak,
tevbe ve inâbeye yönelmek, sünnete hassasiyetle bağlı kalmak, az yemek, az
uyumak ve az konuşmak gibi ilkeler, Üftâde’nin tasavvufî ahlâk sistemini
oluşturan temel esaslar arasında yer alır. Celvetin, kadim nurun zuhura erdiği
noktada, halka karışarak Hakk’ı tebliğ etme sorumluluğuyla iç içe geçtiği bu
anlayışta, müridin hem Rabbine hem topluma karşı vazifeleri hassasiyetle
belirlenmiştir.
Mehmed Muhyiddin Üftâde
Hazretleri, Osmanlı tasavvuf tarihinde manevî bir önder olarak, ilimle hikmeti,
zühd ile hizmeti, sabır ile irşadı birleştiren bir şahsiyet olarak yer almış;
Aziz Mahmud Hüdâî gibi büyük bir müridi yetiştirerek irfan mirasının sonraki
kuşaklara ulaşmasını sağlamış, Bursa'nın manevi kimliğini şekillendiren temel
isimlerden biri hâline gelmiştir. Onun öğretileri, sözden çok hâl ile
aktarılmış, yaşadığı hayat, kaleme alınan eserlerden çok daha tesirli bir miras
bırakmıştır.
HÛ DİYEN DERVİŞLERİN
Eski Türkçe / Tasavvufî Terimler ve
Anlamları
Üftâde: Düşkün, boynu
bükük, dünyaya yüz çevirmiş kişi. Tasavvufî anlamda kendini Allah yoluna
adayan, nefsini terk eden kimsedir.
Zühd: Dünya
nimetlerinden el çekmek, sade ve nefsanî arzulara kapılmayan yaşam biçimi.
Tasavvuf: Kalp ve ruhun
arınması yoluyla Allah’a yakınlaşmayı hedefleyen İslâmî düşünce ve yaşam
biçimi.
İrşad: Manevî
rehberlik; doğru yolu gösterme, insanları hakikate yönlendirme.
Manevî: Ruhsal, fiziksel
olmayan, içsel dünyaya ait.
Şehir tasavvuru:
Osmanlı'da şehir anlayışının sadece yapılarla değil, ahlâkî düzen, vakıf
sistemi, cami merkezli sosyal dokuyla bütünleşmiş hâli.
Rüya: Tasavvufta
ilham, işaret veya Allah’tan gelen bir mesaj olarak kabul edilen düş hâli.
İrfan: Kalp yoluyla
elde edilen derin bilgi; hikmet ve sezgiyle kavranan hakikat.
Pedagojik:
Eğitimle ilgili. Tasavvufta çocuğun manevî terbiyesinde kullanılan yöntemleri
de kapsar.
Zihinsel açıklık:
Bilgiye ve hakikate açık olma hâli; anlayış kabiliyetinin yüksek oluşu.
İrfanî alımlayıcılık:
Kalbin sezgiyle hakikati kavrama gücü.
Tasavvuf yolu:
Allah’a ulaşmak için nefsi arındırma esasına dayalı manevî yolculuk.
Mürşid: Manevî rehber;
dervişi Allah’a ulaştırmak üzere eğiten kişi.
Mürid: Manevî yola
giren, mürşide tabi olan kişi.
Zahir: Dış görünüş,
maddi boyut. Tasavvufta iç âlemin karşıtı olarak kullanılır.
Bütünlük: Zahir (dış) ve
bâtın (iç) yönlerin uyumlu olması.
İlim: Bilgi;
tasavvufta hem şer’î (dînî) hem de bâtınî (içsel) bilgiyi kapsar.
İpekçilik:
Burada mecaz olarak kullanılmış; dünyevî mesleklerle manevî gelişimin birlikte
sürdürülebileceğini ima eder.
Cezbe: İlahi aşk ve
coşku hâli; Allah’ın cezbedici kudretiyle kulun kendinden geçmesi.
Neşe: Coşku, iç
huzuru; ruhsal bir sevinç durumu.
Meczub: Allah aşkıyla
kendinden geçmiş, dıştan bakıldığında aklını yitirmiş gibi görünen fakat içten
Allah’a yakın biri.
İstinkâf: Dünyevî
görevlerden veya makamlardan kendi isteğiyle el çekme.
Mahlas: Takma ad;
tasavvuf ehlinin manevî kimliğini simgeleyen ad.
Halvetî: Tasavvufun bir
kolu; inzivaya çekilerek Allah’a yönelmeyi temel alır.
Celvetiyye:
Halvetin ardından tekrar halka karışmayı, toplum içinde Hakk’ı yaşamayı esas
alan tasavvuf yolu.
Celvet: Yalnızlıktan
sonra tekrar topluma dönerek hizmet etme hâli.
Sükût: Sessizlik,
konuşmaktan kaçınma; içe yöneliş.
Sadâ: Ses, yankı;
burada ilahî hakikatin dile gelişi.
Hicret: Terk etme,
ayrılma; tasavvufta dünyayı bırakıp hakikate yönelme.
Hitâb: Seslenme, davet
etme; bazen Allah’ın kuluna ilhamıdır.
Tevekkül: Allah’a tam
güvenme, sonucu O’na bırakma.
Meşakkat: Zorluk, çile;
manevî kemale ermenin yolu olarak görülür.
Zikir: Allah’ı anmak;
sözlü ya da kalben yapılan ibadet.
İstiğfar: Allah’tan af
dilemek.
Salavat: Peygamber
Efendimiz’e dua ve selam getirmek.
Tevhid: Allah’ın
birliğini dile getirme, Lâ ilâhe illallah inancıyla yaşama.
Evrad-ı Celvetiyye:
Celvetî tarikatında düzenli olarak yapılan zikir ve dualar.
Nafile namaz:
Farz olmayan, fazladan kılınan sevap amaçlı namaz.
İnâbe: Gönülden Allah’a
yönelme, samimi dönüş.
Tevbe: Günahlarından
pişman olup Allah’a dönme.
Sünnet: Peygamber
Efendimiz’in söz, fiil ve onaylarından oluşan uygulamalar.
Ruhî terbiye:
Nefsi arındırarak kalbi temizlemek ve Allah’a yakınlaştırmak.
İlim: Hem dünyevî hem
manevî bilgiyi kapsayan öğrenme süreci.
Hikmet: Derin anlayış,
Allah’ın işlerinde gizli olan sırları kavrama hali.
Hâl: Kalpte meydana gelen
manevî durum; tasavvufî tecrübe.
İrfan mirası:
Nesilden nesile aktarılan derin bilgi ve hakikat anlayışı.
Gaybdan yevmi otuz akçe:
Allah’ın görünmeyen lütfu ile rızkın geleceğine dair tevekkül içeren veciz bir
ifade.
Hû: O anlamına gelen ve
Allah’ı ifade eden zikir kelimesi.
Hûdur: Allah’ın
huzurunda olma, manevî hazır bulunuş hâli.
İzzet: Yücelik, Allah’a
mahsus şeref ve vakar.
Sermâye: Asıl kazanç;
dervişin manevî yolculuktaki dayanağı.
Evrâd: Düzenli okunması
gereken dua ve zikirler.
Merâtib: Manevî
dereceler, seyr ü sülûkteki basamaklar.
Rehber: Mürşid, yol
gösterici.
Çevre: Tasavvufta nurla
çevrelenen hâl veya manevi atmosfer.
Nûr: İlahi ışık, aydınlanma.
Mâsivâ: Allah’tan başka
her şey; tasavvufta dünyevî bağlardan kurtulma amacıyla terk edilmesi
gerekenler.
Halâs: Kurtuluş,
arınma.
Gönül gözü:
Manevî sezgi; kalbin hakikati görmesi.
Dost: Allah’ın
sıfatlarından biri; tasavvufta Hakk’ın kendisi.
Cemâl: İlahi güzellik;
Allah’ın lütuf yönü.
Vâsıl: Allah’a ulaşan,
seyr ü sülûk yolunu tamamlayan kişi.
Sır: Derin, gizli ilahi
hakikat.
Dermend: Dertli, yardıma
muhtaç; Allah’a muhtaç olduğunu bilen kul.
Hizmet: Allah ve
insanlık yolunda yapılan her türlü gönüllü ve samimi çalışma.