Mustafa
Kutlu İyiler Ölmez
Dörtler
Makamı: İyiler Ölmez’de İçtenliğin Edebî İzleri
Mustafa Kutlu’nun İyiler
Ölmez adlı eseri, dört karakterin bir araya gelip yollarının kesişmesini
anlatan bir hikâye olarak sunulur; bu metin, Anadolu irfanının yüzyıllardır
kalbinde taşıdığı iyilik baki kalır düsturunun, çağdaş bir anlatı içindeki en
sade ve aynı zamanda en derin temsillerinden biri olarak görülmelidir. Hikâye
boyunca karşımıza çıkan karakterler, yeryüzünde insan kalabilmenin artık
zorlaştığı bir dönemde, herhangi bir toplumsal sınıfa, siyasal görüşe, mesleki
hiyerarşiye yaslanmaksızın, yalnızca içtenlikleriyle ve başkası için var
olabilme iradesiyle belirginleşen birer yolcudur. Ressam Sıtkı’nın, fotoğrafçı
Mustafa’nın, hekim Atalay ile Civan’ın yolları, tek tek görünmeyen bir irfan
ırmağının ortak kıyılarında yürüyen ruhların kaderiyle birleşir. Onların
yolculuğu, fiziksel bir kazayla kesintiye uğrasa da, anlatı boyunca vurgulanan
iyilik eylemleri, bir tür halk hafızasında kalıcılaşarak, dualara, türbelere,
ziyaretlere dönüşen birer menkıbe olmasına neden olur.
Kutlu’nun bu metni,
modern Türk hikâyeciliğinde ahlaki arayışa dayanan yapıların neredeyse
unutulmaya yüz tuttuğu bir dönemde, iyi insan idealini romantize etmeden, hatta
zaman zaman mizah ve göndermelerle besleyerek yeniden kurar. Bu yönüyle eser,
çağdaş bireyin yalnızlaşan benliğine karşılık, toplumsallığın manevi dokusunu
hatırlatan bir davete dönüşür. Okur, bu hikâyede kendisini klasik anlamda
olayların akışına kaptırmak yerine, kelimeler arasında saklanan bir sadeliğin,
anlatıcı sesindeki sıcaklığın ve anlatının sonunda doğan bir tür hüzünlü
huzurun içinde bulur. Çünkü burada ölüm; iyiliğin mekândan ve zamandan
sıyrılarak sonsuzluğa karışmasını temsil eder. Anlatının sonunda karakterlerin
bir tür türbeye, bir halk kutsamasına dönüşmesi, fiziksel varlıklarının ortadan
kalkmasından çok sonra da yaşayan bir anlam taşımalarını mümkün kılar.
''Türbeleri ziyaret edin.
Onlar size ölümü, ahireti hatırlatır. Ama asla onlardan yardım ve şefaat
istemeyin. Yardım ancak Allah 'tan istenir.''
Mustafa Kutlu’nun
kullandığı dil ve anlatım biçimi de, bu değer dünyasının bir uzantısı gibidir;
yazar, gösterişli cümle yapılarına ya da kelime oyunlarına başvurmadan, adeta
bir Anadolu meddahının sesinde yankılanan o tanıdık ahengi yakalamayı başarır. Bu
anlatı tonuyla, okuyucusunu duygusal bir sürece de dahil eder; satırlar
yalnızca bir olay örgüsünü taşımakla kalmaz, aynı zamanda geçmişten bugüne
süzülen bir gelenek hissini ve insanlık mirasını da fısıldar.
Bu metin, karakterlerin
içlerinde taşıdıkları iyilikle küçük bir devrimin mümkün olduğunu sezdirir.
Yazar, iyinin tarifini vermez, ama onun ne olduğuna dair sezgisel bir fikir
bırakır; iyilik burada sözcüklerle sınırlanabilecek bir tariften çok, yaşanarak
anlaşılabilecek bir varoluş biçimi olarak sunulur. Bu bağlamda İyiler Ölmez, çağların
ötesinden süzülen bir insanlık hikâyesidir.
Karakterler:
Fotoğrafçı Kör Mustafa:
Mustafa Kutlu’nun İyiler Ölmez adlı eserinde insani derinliğiyle öne çıkan,
yüreğiyle görmeyi öğrenmiş bir karakter olarak metne dokunaklılık katan güçlü
bir figürdür. Çocukluğundan itibaren hayatı, ardı ardına yaşanan büyük
dönüşümlerle şekillenmiştir; annesiyle geçirdiği kısa ama sıcak zamanlar, onun
ruhuna ilk iyilik tohumlarını eken dönemdir. Babasının yeni bir hayat kurma
çabası ve kasabanın diliyle örülmüş hikâyeler içinde büyümesi, Mustafa’nın
duyarlılığını artırır. Gözlerinde başlayan rahatsızlık, zamanla dünyayı başka
bir yerden görmesine imkân tanır; bu değişim onu içe doğru büyüten,
derinleştiren bir yolculuğa çıkarır.
Mustafa, yaşadığı çevrede
özgün bir kişilik olarak kabul görür. İnsanlarla kurduğu temas, dış görünüşten
çok kalbin sesiyle şekillenir. Fotoğrafçı dükkânı, onun iç dünyasının küçük bir
yansımasıdır; orada insan hikâyeleri görünürlük kazanır. Çektiği karelerde bir
ömrün izi vardır. Fotoğraf, onun için bir meslekten çok bir iletişim biçimidir;
insanlar onun kadrajına girdiğinde, aslında içlerinde taşıdıkları yaşanmışlık
da görünür hâle gelir.
Sıtkı ile yollarının
kesişmesi, Mustafa’nın dünyasında yeni bir ışık açar. İki yorgun ama umutlu
ruhun dostluğu, sade ve derin bir bağa dönüşür. Konuşmaları, sessizlikleri
kadar anlamlıdır; ikisi de dünyayı onarma çabasını, sanat ve dostluk üzerinden
yeniden kurmaya yönelir. Mustafa’nın fırın gibi ısınan küçük dükkanı, içtenliğin,
duygunun, paylaşmanın evi hâline gelir.
Mustafa’nın karakteri,
yaşanmışlıklarıyla olgunlaşan, kalabalıklar içinde yitmeyen, kendi sesiyle
varlığını duyurabilen bir insan örneğidir. Onun bakışı gönülden doğar. Her ne
kadar insanlar ona Kör Mustafa deseler de, bu lakap, içinde ışık doğan bir ruha
verilen bir unvandır. O, hayatı boyunca insanlara değer vererek, duyarlılığını
kaybetmeden, kendine özgü diliyle yaşamayı sürdürür.
Mustafa Kutlu, bu
karakter aracılığıyla yalnızlığı, dostluğu ve iyiliği anlatırken; aslında her
insanın içindeki karanlıkla baş etme biçimini de duyumsatır. Kör Mustafa’nın
hikâyesi, iyiliğin görünür hâle geldiği, derinlikli bir insan yolculuğudur.
Civan: İyiler Ölmez’in en
sıcak, en direngen ve en dokunaklı karakterlerinden biridir; onun hikâyesi,
yalnızlığın içinden çıkıp iyiliğe sığınmayı bilenlerin yılmayan yürüyüşünü
anlatır. Hayatının ilk adımları, büyüklerin terk ettiği ama mahallenin
yüreğiyle sarıp sarmaladığı bir sokakta atılır; annesi, uzak bir ülkeye doğru
yola çıktığında geride bir çocuğun gözlerinde kalan boşluğun, yıllar içinde
nasıl bir insani derinliğe dönüştüğünü görmek mümkündür. Kör Makbule’nin
şefkatli elleriyle büyüyen Civan, yoksulluğu omuzlamak yerine onu tanıyarak
yaşamayı seçer; çünkü içinde taşıdığı sevecenlik ve hayata tutunma arzusu, onu
her sabah yeni bir başlangıca çağırır.
Gençlik yıllarında
ayakkabı boyacılığıyla tanışır, sonra çıraklıkla, ardından hamallıkla… Fakat
onun yaptığı her iş, bir yükten çok, yaşama dahil olmanın bir yolu hâline
gelir. Bu işler aracılığıyla bedenin emeğiyle ruhun sabrı birleşir ve Civan her
gün biraz daha genişleyen bir iç dünyaya sahip olur. Bir gün Destegül adında
bir kıza gönlünü kaptırması, onun içindeki sevgiyle yoğrulmuş iyiliğin başka
bir biçimde görünürlük kazanmasına neden olur. Bu sevda, toplumun kalıplaşmış
sözleriyle sınanmaya çalışılır; bazı ağızlar, bu güzel adam için Civan’a kız
vermezler der. Bu cümle, Civan’ın içinde bulunduğu sınıfsal katmanı ima eden
bir çizgidir.
Ancak Civan, yoluna devam
eder; kalbini kapatmaz, ellerini bırakmaz, yüzünü karartmaz. Mahalledeki içten
insanlar, ona yalnız olmadığını sezdiren adımlar atar ve bu adımlar, Civan’ın
kendine ait bir iş kurmasına imkân tanır. Ayakta kalmak, onun için varoluşunu
onurlandıran bir eylemdir. Hacı Kadir’in kahvesinde Sıtkı ile karşılaşması, iki
farklı hayattan gelen insanın aynı masada oturabileceğini, dostluk
kurulabileceğini gösterir.
Civan’ın karakteri,
yüceltilmiş bir kahraman olmanın ötesinde, sıradan bir insanın içinden doğan o
tertemiz iyiliğin yeryüzündeki karşılığıdır. Ne mucizevi bir güce sahiptir ne
de gizemli bir geçmişe; onun tek dayanağı, içtenliği ve karşısına çıkanlara güvenle
yaklaşma kararlılığıdır.
Civan’ın duruşu, her
insanda bulunabilecek ama çoğu zaman gölgede kalan bir iyilik ışığını görünür
kılar. O, gözlerinin içiyle konuşur, ellerinin emeğiyle dostluk kurar ve
varlığıyla yaşanabilir bir dünya hayalinin küçük ama sarsılmaz bir temsilcisi
olur.
Sıtkı: İyiler Ölmez’in
ilk bölümünde karşımıza çıkan ve kitabın ruhunu taşıyan karakterlerden biri.
Anadolu’nun yoksul bir köyünden İstanbul’a göç eden bir ailenin tek çocuğu. Zorlu
bir hayatın içinde Sıtkı’nın iç dünyasını aydınlatan tek şey resim yapma
yeteneğidir. Kutlu, onun bu yeteneğini bir umut ışığı gibi işler, ama aynı
zamanda bu ışığın nasıl zamanla sönmeye yüz tuttuğunu da gösterir.
Sıtkı, hayata karşı
kırılgan ama dirençli bir figürdür. Âşık olur, hayal kırıklığı yaşar,
İstanbul’un kalabalığında yalnızlaşır. Ressam olmak ister ama hayatın
gerçekleri onu başka yönlere savurur. Bu savrulma, onu bir gün Kör Mustafa’nın
fotoğrafçı dükkânına götürür. Orada başlayan dostluk, Sıtkı’nın içsel yolculuğunda
bir dönüm noktası olur.
Kutlu, Sıtkı’nın
hikâyesini anlatırken zaman zaman anlatıya müdahale eder, olay akışını keser,
hatta kendi kurgusuna itiraz eder. Bu da Sıtkı’nın hikâyesine postmodern bir
tat katar, sanki yazar bile onun kaderine razı gelmek istemez.
Doktor: Mustafa Kutlu’nun
İyiler Ölmez adlı eserinde iyilik temasını en gösterişsiz ama en güçlü biçimde
taşıyan nadir karakterlerden biridir; onun adı metin boyunca fazla anılmasa da,
varlığı bir vicdan gibi bütün hikâyenin arka planında sürekli olarak
hissedilir. Şehirde, özellikle İstanbul’da, yüksek nitelikli bir eğitim
sürecinden geçmiş; tıbbî bilgisiyle donanmış, mesleğinde yetkinliğe ulaşmış
biridir. Ancak onun karakteri yalnızca bir hekimlik kimliğine dayanmaz; içsel
sezgileri, kişisel geçmişinin izleriyle birleşerek mesleğini insanlıkla
buluşturmayı başarır. Zihinsel donanımının yanı sıra ruhsal arayışı da yoğun
olan Doktor, yaşamı boyunca anlamı; faydada, iyilik dokunuşunda, iz bırakmakta
aramıştır.
Gençlik yıllarında
yaptığı bir evlilik tercihi, kalbinin sesinden uzaklaştığı anlara denk gelir.
Bu evlilik gerçekleşmeden önce geri çekilir; bu karar onun için bir çözülmeden
çok bir uyanıştır. Bu kopuş, yaşamın dayattığı beklentilerden de uzaklaşma
kararı hâline gelir. Bir sabah, şehir hayatının gürültüsünden sıyrılarak bir
Anadolu kasabasına yönelir. Orada, zamanın biraz daha yavaş aktığı, insanların
hâlâ birbirinin gözlerine bakarak selam verdiği o küçük yerleşim yerinde Hacı
Kadir’in kahvehanesiyle karşılaşır. Bu kahve, onun iç dünyasında uzun zamandır
aradığı sakinliğe açılan bir kapı olur. Ve bu kapının ardında Sıtkı, Kör
Mustafa ve Civan’la kurduğu dostluk, yalnızca bir arkadaşlık bağı olarak
kalmaz; aynı zamanda ortak bir iyilik yolculuğuna dönüşür.
Doktor’un en ayırt edici
davranışı cuma günleri hastalarından ücret almamasıdır. Bu davranış, annesinden
duyduğu bir sözle başlar; zamanla o söz bir alışkanlığa, sonra bir hayata
dönüşür.
Bir gün, hastanenin yakınında
duran bir boşlukta bir bahçe hayal eder; meyve ağaçlarını, ağaçların gölgesinde
oturan çocukları, dallarında olgunlaşan meyveleri düşünür. Bu hayal uğruna, yanında
üç dostuyla birlikte fidan almak üzere yola çıkar. Arabayla çıktıkları bu
yolculuk, dört ayrı hayatın birleşerek oluşturduğu tek bir iyilik çizgisine
dönüşür. Fakat o yol, yaşadıkları hayatta bıraktıkları iz kadar kalıcı bir
sonla tamamlanır. Bir kavşakta, büyük bir araç, onların varlığını maddeden
uzaklaştırır. Bu son bir ayrılığı işaret eder; fakat halktan biri, onları birer
evliya gibi sahiplenerek bir türbe inşa eder, halk da isimlerini dualarda
yaşatır.
Hacı Kadir: Onun
işlettiği kahvehane, sıradan bir iç mekân görünümünden çok daha fazlasını
taşır; burası, kırılmış kalplerin yeniden birbirine değdiği, yalnızlıkların birbirine
tutunduğu, hayatın kenarına çekilmişlerin ortak bir dili bulduğu bir tür
sığınaktır. Sıtkı’nın fırça darbeleriyle aradığı maneviyat, Kör Mustafa’nın
objektifinin ardında yakalamaya çalıştığı hakikat, Civan’ın terle yoğrulmuş
içtenliği ve Doktor’un taşıdığı iyilik etme arzusu bu kahvede aynı havayı
solur, aynı çayın buğusunda çözülmeye başlar.
Hacı Kadir’in geçmişi
satır aralarında kendini belli etmez; hangi acılardan geçtiği, hangi umutları
geride bıraktığı bilinmez. Fakat tam da bu bilinmezlik sayesinde, onun varlığı Anadolu’nun
köklü içsel bilgeliğinin bir yansıması olarak algılanır. Kutlu, Hacı Kadir’in
iç dünyasını açıklamak yerine, onu anlatının gövdesine nakış gibi işler; sözü, duruşu,
sessizliği anlamlarla doludur. O, geleni içeri buyur eder; yargısız bir kalbin
sahibi olarak, kendisine yönelen bakışları kabul eder. Kahvehanesinde zaman
yavaşlar, sesler yumuşar, sorunlar çözümlenir. Giriş kapısından içeri adım atan
herkes, yeryüzünde hâlâ güvenli bir yerin var olduğunu hatırlar. Masaların
çevresinde toplanan bu dört adam, belki başka hiçbir yerde aynı masaya
oturmazdı; fakat Hacı Kadir’in açtığı bu alan, farklı hayatların, bambaşka
yaraların aynı noktada buluşmasına imkân tanır.
Kutlu’nun eserlerinde yer
alan ve çoğu zaman ismi belirgin olmayan iyilik taşıyıcıları arasında, Hacı
Kadir en sessiz ama en istikrarlı olanlardan biridir. Hacı Kadir olmasa, bu
dört karakter aynı saatte aynı çayı içemezdi; o olmasa, o kahveye uğrayan kimse
kendi hikâyesine başkasının hikâyesinden bakmayı öğrenemezdi. Onun varlığıyla
mekân bir kahvehane olmaktan çıkar; orası artık bir Dörtler Makamına dönüşür. Hacı
Kadir her sabah o kahvenin kepengini kaldırarak; hayata yeniden başlayacaklar
için kapı aralar, karanlıkta kalmış bir iyiliğin yolunu aydınlatır.
Dörtler Makamı: Sanki
görünmeyen bir el tarafından kurulmuş, içsel arayışların buluştuğu, suskunlukla
konuşulan, bakışlarla anlaşmaya varılan bir modern tekke niteliğindedir. Hacı
Kadir’in kahvehanesi olarak tanımlanan bu yer, aslında şehirlerin karmaşasından
sıyrılmış ruhların buluştuğu, hayatın yıpratıcılığını geride bırakmak
isteyenlerin gönüllerini bıraktığı özel bir alan hâline gelir. Masalarda
konuşulan konular, sadece gündelik meselelerle sınırlı kalmaz; burada kırılan
kalpler birbirine dokunur, yaşanmış acılar paylaşılır, suskunluklar duyulmaya
başlanır.
Sıtkı fırçasının ardından
içindeki sükûnu ararken gelir buraya; Civan, terle ve çabayla ördüğü onurlu
yaşamına bir soluk katmak isterken bu kapıdan girer; Kör Mustafa, toplumun
uzağına itilmişliğiyle yeniden dünyayı görmenin yollarını burada keşfeder;
Doktor ise, mesleki bilginin ötesinde insanı anlamanın hakikatini bu çemberin
içinde bulur. Her biri başka bir yoldan, başka bir acıdan geçerek gelir bu
kahvehaneye; ama her biri burada kendisiyle karşılaşır.
Kutlu’nun anlatısında makam
kelimesinin kullanımı, bu mekânın sıradanlığın ötesine taşındığını gösterir.
Zira bir yere makam deniyorsa, orada bir hâl yaşanır; kalıcı bir dönüşüm
mümkündür
Dörtler Makamı, Kutlu’nun
evreninde iyiliğin, insanlık hâlinin ve arayışın ortak paydada birleştiği
yerdir. Burada hiçbir şey gürültüyle olmaz; ama her şey derinlemesine yaşanır.
Kahve fincanlarının ardında saklanan hikâyeler, Anadolu’nun yüzyıllar boyunca
aktardığı kadim bilgeliğin birer yankısı gibidir.
Gerçek iyilik yok olmaz;
yaşayanların kalbinde sürer. Kutlu, sıradan insanların içten eylemleriyle dokur
bu iyiliği. Sıtkı, Civan, Kör Mustafa ve Doktor’un bir araya gelişi,
yorgunlukların ve acıların içinden doğan dayanışmayı anlatır.