Hermann Hesse Doğu Yolculuğu Kitabı Üzerine Düşüncelerim
Hermann Hesse’nin Doğu Yolculuğu, ilk bakışta Doğu
mistisizminin etkisiyle yazılmış bir "mistik seyahat" kitabı gibi görünür.
Ancak dikkatle okunduğunda bunun bir dış yolculuktan ziyade bir iç hesaplaşma
ve bir insanın kendi çelişkileri, kendi inanç ve şüpheleriyle yüzleşmesi olduğu
fark edilir. Metinde "Cemiyet" adı verilen oluşum çok katmanlıdır. Bir yandan
bir devlet örgütünü, bir yandan dini bir topluluğu, bir yandan da bizzat
hayatın kendisini temsil ediyor olabilir. Aynı zamanda bu cemiyet, okuyucuya "yüce mahkeme"yi de düşündürür: acaba bu bir dünyevi mahkeme midir, yoksa
ölümden sonra hesap vereceğimiz metafizik bir mahkeme midir? Hesse, simgeleri
öyle yerleştirmiştir ki, hepsi aynı anda mümkün görünür.
Leo karakteri de eserin düğüm noktasıdır. Onun elinde
taşıdığı "ilk metin" ya da "efendinin kitabı", kutsal bir metin midir?
İnsanlığa sunulmuş ilahi bir vahiy mi? Yoksa sadece bir topluluğun kendi
varlığını anlamlandırmak için yarattığı bir anlatı mı? Hesse bu soruya kesin
bir yanıt vermez; asıl önemli olan bu metnin anlamı değildir; metne yüklenen
inançtır. Leo’nun kaybolması, aslında inancın kaybolmasıdır; H.H. adlı anlatıcı
da bu kayıpla birlikte hem yolunu hem de yönünü yitirir. Romanın ilerleyen
sayfalarında H.H., çocukluk anılarına, geçmişin mihenk noktalarına gidip gelir.
Bazen küçük bir çocuğa, bazen çaresiz bir yetişkine dönüşür. Bu gelgitler,
insanın içsel çatışmalarını, inanç ile şüphe arasındaki sarsıntılarını
simgeler. Ve belki de asıl yolculuğun dışarıda değil de insanın içinde olduğunu
hatırlatır.
Tarih meselesine dair Hesse’nin göndermeleri de çok çarpıcıdır. Kitapta dile getirildiği gibi "Tarihi kim yazıyor?" sorusu, her dönemde geçerlidir. Birinin tarihi, bir başkası tarafından kolaylıkla yalanlanabilir. O halde gerçeklik ile kurmaca arasındaki sınır bulanıklaşır. Bir anlatı hem bir hakikat hem de bir hayal ürünü olabilir; asıl mesele bunun karşı taraf üzerindeki etkisidir. Metnin sonunda Leo’nun küçük bir figür, bir heykelcik olarak gösterilmesi çok anlamlıdır. Burada karakterin, onu yaratan yazarın bile ötesine geçtiğini, daha özgün, daha gerçek bir sanat eseri hâline geldiğini görürüz. Sanki Hesse, edebiyatın doğasını tartışır: Yazarın yarattığı karakter, kimi zaman yaratıcısından daha kalıcı, daha güçlü olabilir. Benim için Doğu Yolculuğu, insanın kendi iç dünyasında verdiği mücadelenin, inanç ve şüphe arasında gidip gelen ruhsal yolculuğun bir anlatısıdır. Hesse burada bize, hakikatin dışarıda bir yerde bulunamayacağını; ancak kendi içsel yolculuğumuzda, kendi çelişkilerimizle yüzleştiğimizde keşfedilebileceğini hatırlatıyor.
