24 Mayıs 2025 Cumartesi

İçimizdeki Tanığın Sesi

 İçimizdeki Tanığın Sesi

İnsan, varoluş yolculuğunda sürekli olarak kendini keşfetme ve anlamlandırma çabası içindedir. Toplum içinde yer edinme, kabul görme ve beğenilme ihtiyacı, insanoğlunun sosyal doğasının bir yansımasıdır. Ancak bu ihtiyaç, bazen bireyin kendine dair algısını yalnızca dışarıdan gelen geri bildirimlere bağımlı hale getirebilir. Bireyin gelişimi, genellikle başkalarının ona sunduğu tepkiler ve geri bildirimler aracılığıyla şekillenir. Bir sanatçı eserini sergilediğinde, bir bilim insanı teorisini sunduğunda veya bir birey düşüncelerini paylaştığında, doğal olarak karşılık görmek ister. Bu karşılık, motivasyonu besler ve insanın ilerlemesini sağlar. Ancak dış dünyaya bağımlı bir değer algısı, kişinin kendi içsel tatminini yitirme riskini taşır. Özgüven ve kendini gerçekleştirme, dış övgülere muhtaç olmadan da var olabilir. Asıl mesele, bireyin kendi değerini dış dünya olmadan da görebilmesi ve hissedebilmesidir. Gerçek tatmin, dış onay bağımlılığından kurtulup, kendi varoluşunu anlamlı bir şekilde yaşayabilmekle mümkündür. Kendi gelişimini başkalarının gözünden değil, içsel bir rehberlikle yönlendirmek, belki de en büyük özgürlüktür. Çünkü insan, yalnızca başkalarının beklentilerine uymak için değil, gerçekten anlamlı ve özgün bir yaşam sürmek için vardır.

22 Mayıs 2025 Perşembe

Yıkılan Mahalleler – Bursa’nın Kalbine İnen Bıçak: Doğanbey Üzerine

 


Yıkılan Mahalleler – Bursa’nın Kalbine İnen Bıçak: Doğanbey Üzerine

Bu metin, yerinden sökülmüş bir mahallenin ardından konuşan bir hafızanın izidir. Doğanbey’in taş sokaklarını, avlularını, cumbalarını unutmamak için yazılmıştır. Gözle görülmeyen ama içte duran bir yıkımı kelimelere dönüştürme isteğinden doğmuştur.

Fomara Meydanı’nda bir bankta oturuyordum, gözüm karşımdaki gri bloklardaydı ama zihnim çok başka bir yerde geziniyordu; zaman ellerimde eğilip, bükülmüş gibi hissediyordum. İçimden geçen düşünceler başka bir zamanda, eski evlerin duvarlarının gölgesinde saklı kalmış bir geçmişte dolaşıyordu. Sanki gördüğüm her görüntü, kalbimin ortasına inen uzun, soğuk ve sessiz bir bıçak gibi, bildiğim ve sevdiğim bu kentin en can alıcı yerinde kapanmayan bir yaraya dönüşüyordu.

Şimdi gözümün önünde yükselen bu yapılar, bu kasvetli ve dik köşeli dev bloklar, ne bu kente ait bir sese sahiptir ne de geçmişle konuşacak bir dili vardır. Oysa burada, yani tam burada, daha birkaç on yıl öncesine kadar, taş döşeli yolların iki yanında sıralanmış, cumbaları göğe meyleden, ahşap çatılarındaki kiremitlerin arasında kuşların tüneyebileceği kadar doğal, avlularında asma ağaçlarının gölgesinde dinlenen yaşlı kadınların zamanla yarışmadığı, ona eşlik ettiği, bir mahalle vardı: Doğanbey Mahallesi.

Bu mahallenin evleri, sokakları, sesi vardı; sabahları kapı önlerinde yıkanan halıların su sesi, akşam ezanı okunurken komşudan yükselen çorba kokusunun taşıdığı sohbet, yaz aylarında cumbalardan gelen ince bir kadın türküsü, bir de taşlara çarpıp yankılanan çocuk kahkahaları… Hepsi birer parçasıydı o bütünün; şimdi hiçbirinin izi de yok, sesi de yok. Bu yokluğun tesadüf olabileceğini düşünmek mantıklı gelmiyor hiç; bir kararın, bir imzanın, bir protokolün sonucu. 28 Kasım 2006 günü imzalanan bir metinle, TOKİ, Bursa Büyükşehir Belediyesi ve Osmangazi Belediyesi iş birliği içinde, kentin merkezinde, şehrin en köklü mahallelerinden birini ‘‘kentsel dönüşüm’’ adı altında yeniden şekillendirmeye karar verdi. Ama ‘‘yeniden şekillendirmek’’ dedikleri şey, kentin o kadim hafızasını silip yerine başka bir şeyi koymaktı; kök salmış bir belleği, kurumsal bir çıkarla takas etmekti. Bu karar, yalnızca fiziksel bir dönüşümü başlatmadı; Doğanbey Mahallesi’nin taşına, toprağına, çatısına, cumbasına, avlusuna, gövdesine, ruhuna saplanan o bıçağın sapını da kimin tuttuğunu gösterdi.

Proje 2011 yılında tamamlandığında, ortaya çıkan manzara şuydu: 23 katlı dev konut blokları, çevresindeki tarihî yapılarla hiçbir akrabalığı olmayan, göğe yükselmek için şehrin ruhunu basamak yapan yapılardı. Bu bloklar, betondan oluşan ve geçmişin üzerine dikilmiş unutuş anıtlarıydı. Bursa’nın tarihi silueti, Ulucami'nin zarif minaresinden, Muradiye’nin cumbalı taş evlerinden, Tophane’nin sarı sıcak yamaçlarından oluşuyordu; ama bu siluete şimdi gölgesi bile olmayan yapılar eklenmişti.

Sahi, neden böyle olmuştu? Doğanbey evleri onarılamaz mıydı? Bu evler, tıpkı Cumalıkızık’ta olduğu gibi restore edilemez miydi? Tarihî taş yapılar güçlendirilemez miydi? Avlular, cumbalar, taş merdivenler, iç avluları, yeniden yaşamla buluşturulamaz mıydı? Mümkündü. Hatta mümkünden öte, gerekliydi. Çünkü bu evler, geçmişin taşıdığı dilin, geleneksel yaşamın, komşuluğun, huzurun ve saygının maddi karşılığıydı.

Mahalle adını Osmanlı’nın ilk yıllarında, Yıldırım Bayezid döneminde yaşamış olan Doğan Bey’den alır. Doğan Bey’in türbesi hâlâ orada, Fevzi Çakmak Caddesi’nin bir kenarında, Suluki Camii’nin yakınında, neredeyse unutulmuş bir köşede sessizce durur. Yanından her gün binlerce insan geçer, ama başını çevirip bakan pek azdır. Bir gün o türbenin başında dururken fark ettim: geçmişe sırt çeviren bir şehir, kendini de yitirmeye başlar ve başladı da.

Fomara’da oturduğum bu banktan baktığımda, geçmişle arama örülen duvarların yalnızca betondan ibaret olmadığını anlıyorum. Bu bloklar, anıların önüne çekilmiş kalın perdeler gibi orada duruyor. Doğanbey Mahallesi’nin evlerinin pencere pervazlarına sabahları kuşlar konardı. Komşular camdan cama konuşurdu. Sokakta top koşturan çocukların sesi duyulurdu, şimdi artık o sesler duyulmuyor. Ben unutmadım. Unutmayacağım. Çünkü bu şehrin sokaklarında yalnızca bedenim yürümedi; ruhum da adım adım o taşları ezberlemişti. Doğanbey yıkıldığında, içimden bir şey de onunla birlikte yıkıldı.

Şimdi burada, Fomara’da bir bankta oturan yalnız ben değilim aslında; bu meydandan geçen insanların gözlerinde biraz geçmiş, biraz suskunluk var. Kimi alışverişini tamamlamış ellerinde poşetlerle yürürken, kimi düşüncelerine dalmış, kimi aceleyle bir randevuya koşarken bakmıyor bile arkasındaki yükselen duvarlara. Oysa bu blokların ardında yalnızca bir bina yıkılmadı; bir mahalle, bir ritim, bir koku, bir ses düzeni ortadan kalktı. Her gün yanından geçilen, ama artık görülmeyen o eski evlerin hatırası, aslında hâlâ ayakta. Sadece gözlerin görmeyi unuttuğu yerde duruyor. Kimse ses etmese de, o dar sokaklarda hâlâ yürünüyor birilerinin belleğinde. Bazen bir koku, bazen duyulan bir kelime, bazen bir pencereden süzülen ışık yeniden hatırlatıyor o eski günleri. Bir avludaki yemek kokusu kalıyor havada, bir çocuk kahkahası kanatlanıyor... Hatırlamayı seçince beliriyor o evler, belki bir kadın pencere pervazına sardunyaları diziyor, belki yaşlı bir adam eski evinin avlusunda tespihini çekiyor, belki bir çocuk top oynuyor hâlâ mahallelerde.

Fotoğraf: https://www.bursadabugun.com/haber/ilber-ortayli-dan-bursa-paylasimi-uzulerek-bakiyorum-1580716.html alınmıştır.

 

 

21 Mayıs 2025 Çarşamba

Demirtaş: Türkiye’nin İlk Çim Kayağı Tesisinin Ardındaki Köy



Demirtaş: Türkiye’nin İlk Çim Kayağı Tesisinin Ardındaki Köy

Bursa'nın kuzeyindeki Osmangazi'ye bağlı Demirtaş Mahallesi, sıradan bir yerleşim yeri gibi görünse de, tarihsel kimliği bugünün coğrafi sınırlarının çok ötesine uzanır. Zamanla farklı halkların, inançların ve mekân kullanımlarının kesiştiği bir alan olarak, Demirtaş çok katmanlı bir geçmişin izlerini taşır. Adının kökeninden yerleşim tarihine, demografik yapısından mimarisine dek incelendiğinde, Demirtaş hem mikro ölçekte bir Anadolu tarihidir hem de modernleşme ve göç politikalarının küçük bir örneklemidir.

Yerleşim geçmişi bakımından bölge, Neolitik Çağ’dan beri insan faaliyetlerine sahne olmuştur. Bugünkü Demirtaş’ın 2,5 kilometre güneyinde yer alan Demirtaş Höyüğü’nde yapılan kazılar, bölgenin M.Ö. 2500’lere kadar uzanan bir geçmişe sahip olduğunu göstermektedir. Bu veriler, Demirtaş’ın herhangi bir kırsal yerleşimden çok daha fazlası olduğunu; tarih öncesi çağlardan bugüne kadar kesintisiz bir insan varlığına ev sahipliği yaptığını ortaya koyar.

Osmanlı dönemine gelindiğinde ise köy, 16. yüzyıldan itibaren tahrir defterlerinde Demirtaş adıyla kaydedilmeye başlanır. Adın menşeî konusunda farklı görüşler bulunsa da, halk arasında en çok kabul gören anlatı, ismin Osmanlı'nın Rumeli fetihlerinde görev alan Demirtaş Paşa ile ilişkilendirilmesidir. Ancak bu bağ, tarihsel belgelerle net biçimde doğrulanmamaktadır. Etimolojik açıdan değerlendirildiğinde ise demir ve taş sözcüklerinin birleşimiyle oluşturulan bu isim, yerleşim adı olarak Anadolu’da sıkça rastlanan bir Türkçe yapı formudur. Yer adı ile kişi adı arasındaki olası ilişki, Osmanlı’nın iskân politikalarıyla desteklenmiş olabilir. 19. yüzyılın sonuna kadar Demirtaş, ağırlıklı olarak Rum Ortodoks nüfusun yaşadığı bir köydür. 1915 nüfus kayıtlarında köydeki nüfusun tamamının Rumlardan oluştuğu belgelenmiştir.


Demirtaş Mahallesi’nin ortasında sessizce duran bugün Demirtaş Orta Camii olarak bilinen bina, 1834 yılında Koimesis Tes Theotokos adıyla Rum Ortodoks halk tarafından bir kilise olarak inşa edilir. Dış cephede görülen taş-tuğla almaşık duvar örgüsü, Bizans geleneğini sürdürür. Cephenin çıkıntılı apsis bölümü, kilise formunun en karakteristik izi olarak korunmuştur. Batı kapısı üzerindeki beş satırlık mermer kitabeye göre temeller, 3 Şubat 1834 tarihinde Demirtaş’ın Rum ahalisi tarafından atılmıştır. Yapının kuzey ve güney cephelerinde yer alan pencerelerin simetrik olarak dizilmesi, narteks ve galeri katlarına işaret eden mimari düzen, bu yapının sıradan bir ibadethane olmaktan öte, Rum topluluğun merkezi olduğunu anlatır. Daha sonra eklenen minare ve kadınlar mahfili gibi unsurlar, yapıyı camiye dönüştürme sürecinde yerleştirilmiştir.







***

1923 Lozan Antlaşması’yla uygulamaya konan nüfus mübadelesi, Demirtaş’ın demografik yapısını köklü şekilde değiştirmiştir. Drama, Langaza, Selanik ve çevresinden gelen Müslüman mübadiller, terk edilen Rum evlerine yerleştirilmiştir. Bu göç, fiziksel bir nüfus değişimiyle birlikte kültürel bir yeni inşayı da beraberinde getirmiştir. Ardından 1970’lerden itibaren Bulgaristan’dan gelen Türk kökenli göçmenlerin yerleşimi, Demirtaş’ın üzerine bir katman daha eklemiştir. Yugoslavya’dan gelen Bektaşi Arnavutlar da bu demografik çeşitliliğin bir başka boyutunu oluşturur.

Cumhuriyet sonrası idari değişikliklerle birlikte Demirtaş, 1955’te belediye statüsü kazanmış, 2012’de ise mahalle statüsüne dönüştürülerek Osmangazi ilçesine bağlanmıştır. Bu dönüşüm sosyo-kültürel bir yeniden tanımlamayı da beraberinde getirmiştir. Kırsal kimlik, kentsel sınırlar içinde yeni bir kimliğe dönüşme sürecine girmiştir.

Demirtaş’taki ikinci büyük dönüşüm alanı ise 1970’li yıllardan itibaren kırsal kimliğin teknik altyapıyla buluştuğu Demirtaş Barajı çevresidir. 1977 ile 1983 yılları arasında sulama amacıyla inşa edilen bu baraj, yalnızca tarım verimliliğini artırmakla kalmamış, bölgenin doğal ve sosyo-ekonomik yapısını da etkilemiştir. Ballık ve Keten dereleriyle beslenen baraj gölü, hem doğal güzellikleri hem de çevresindeki ormanlık yapısıyla dikkat çeker. Bu alan, kırsal üretimin merkezinde yer alırken aynı zamanda kamusal bir dinlenme ve eğlence alanı haline gelmiştir.

dış mekan, doğa, gökyüzü, hazne, havza içeren bir resim

Yapay zeka tarafından oluşturulan içerik yanlış olabilir.

1987 yılında, Demirtaş Barajı çevresinde Türkiye’nin ilk çim kayağı tesisleri kurulmuştur. Bu tesisler, 1991 yılında Almanya, İsviçre ve Çek Cumhuriyeti gibi ülkelerin katıldığı Çim Kayağı Dünya Şampiyonası’na ev sahipliği yaparak Demirtaş’ı uluslararası bir spor etkinliğinin parçası haline getirmiştir. İki ayrı pistten oluşan tesislerde, uzun pist 535 metre, kısa pist ise 392 metre uzunluğundadır. Eğimi ve zemin yapısıyla dünya standartlarında kabul edilen bu pistler, yıllarca atıl kaldıktan sonra yeniden canlandırılmıştır.

mağara, kayak yapma, dış mekan, gece içeren bir resim

Yapay zeka tarafından oluşturulan içerik yanlış olabilir.

https://fotograf.bursa.com.tr/demirtas-cim-kayagi/demirtas-cim-kayagi-ve-su-kayagi-tesisleri/

Bursa Büyükşehir Belediyesi’nin çalışmalarıyla son yıllarda modern bir mesire alanına dönüştürülen bu bölge, kayak, yürüyüş, dinlenme, çocuk oyunları, tubing pistleri gibi çok yönlü kamusal kullanımlara da olanak sağlamaktadır. Böylece baraj çevresi, hem üretim hem de sosyal yaşamın entegre edildiği bir alan haline gelmiştir.

Bugün Demirtaş’a bakıldığında, bir yanda erken Tunç Çağı’na ait höyük kalıntıları, bir yanda Bizans mimarisi taşıyan bir cami, öte yanda uluslararası çim kayağı yarışmalarına ev sahipliği yapmış pistler aynı coğrafyada yer almaktadır. Bu çok katmanlılık, Demirtaş’ın bir köy olmaktan çok, geçmişle bugün arasındaki geçişleri taşıyan bir tarihsel örneklem olduğunu göstermektedir.

Demirtaş’ın bir diğer önemli topoğrafyası Kırantepe Çamlık Parkı'dır; spor ve yürüyüş alanları, çocuk oyun sahaları ve ışıklandırma sistemleriyle kırsal bir yamaçtan kamusal bir yaşam alanına dönüştürülmüştür. Bu süreç, Demirtaş’ın doğayla kurduğu ilişkinin pasif tüketimden aktif yaşama evrildiğini gösterir. Kırantepe, aynı zamanda mahalle sakinlerinin gündelik sosyalleşme alanına dönüşerek, yerel kimliğin yeni bir bileşeni olmuştur.

Demirtaş’ın Pamuklutepe bölgesi, bu dönüşümün öteki yüzünü temsil eder. Selvi Yolu Caddesi çevresinde konumlanan ve özellikle tarımsal arazileriyle bilinen bu alan, kentsel yayılma baskısı altındaki kırsal alanların temsilidir. Arazi yollarında biriken su, altyapı eksiklikleri ve doğal dokunun korunmasıyla ilgili müdahaleler, Pamuklutepe’nin kentselleşemeyen doğasını görünür kılar. Fen İşleri’nin bu bölgedeki düzenlemeleri, yerelin kendi coğrafyasıyla kurduğu ilişkinin yeniden tanımlanma sürecine işaret eder. Demirtaş, geçmişiyle çatışmayan bir bugünü kurmaya çalışan yerleşimlerin nadir örneklerinden biridir.

 

Zeyniler Köyü Bursa Feride’nin Ayağının Değdiği Yer

  Zeyniler Köyü Bursa Feride’nin Ayağının Değdiği Yer Uludağ’ın eteklerinde, Bursa’nın Yıldırım ilçesine bağlı bir köy düşünün. Eski taş y...