Yıkılan Mahalleler – Bursa’nın Kalbine İnen Bıçak: Doğanbey Üzerine
Bu metin, yerinden sökülmüş bir
mahallenin ardından konuşan bir hafızanın izidir. Doğanbey’in taş sokaklarını,
avlularını, cumbalarını unutmamak için yazılmıştır. Gözle görülmeyen ama içte duran
bir yıkımı kelimelere dönüştürme isteğinden doğmuştur.
Fomara Meydanı’nda bir bankta
oturuyordum, gözüm karşımdaki gri bloklardaydı ama zihnim çok başka bir yerde
geziniyordu; zaman ellerimde eğilip, bükülmüş gibi hissediyordum. İçimden geçen
düşünceler başka bir zamanda, eski evlerin duvarlarının gölgesinde saklı kalmış
bir geçmişte dolaşıyordu. Sanki gördüğüm her görüntü, kalbimin ortasına inen
uzun, soğuk ve sessiz bir bıçak gibi, bildiğim ve sevdiğim bu kentin en can
alıcı yerinde kapanmayan bir yaraya dönüşüyordu.
Şimdi gözümün önünde yükselen bu
yapılar, bu kasvetli ve dik köşeli dev bloklar, ne bu kente ait bir sese
sahiptir ne de geçmişle konuşacak bir dili vardır. Oysa burada, yani tam
burada, daha birkaç on yıl öncesine kadar, taş döşeli yolların iki yanında
sıralanmış, cumbaları göğe meyleden, ahşap çatılarındaki kiremitlerin arasında
kuşların tüneyebileceği kadar doğal, avlularında asma ağaçlarının gölgesinde
dinlenen yaşlı kadınların zamanla yarışmadığı, ona eşlik ettiği, bir mahalle
vardı: Doğanbey Mahallesi.
Bu mahallenin evleri, sokakları,
sesi vardı; sabahları kapı önlerinde yıkanan halıların su sesi, akşam ezanı
okunurken komşudan yükselen çorba kokusunun taşıdığı sohbet, yaz aylarında
cumbalardan gelen ince bir kadın türküsü, bir de taşlara çarpıp yankılanan
çocuk kahkahaları… Hepsi birer parçasıydı o bütünün; şimdi hiçbirinin izi de yok,
sesi de yok. Bu yokluğun tesadüf olabileceğini düşünmek mantıklı gelmiyor hiç; bir
kararın, bir imzanın, bir protokolün sonucu. 28 Kasım 2006 günü imzalanan bir
metinle, TOKİ, Bursa Büyükşehir Belediyesi ve Osmangazi Belediyesi iş birliği
içinde, kentin merkezinde, şehrin en köklü mahallelerinden birini ‘‘kentsel
dönüşüm’’ adı altında yeniden şekillendirmeye karar verdi. Ama ‘‘yeniden
şekillendirmek’’ dedikleri şey, kentin o kadim hafızasını silip yerine başka
bir şeyi koymaktı; kök salmış bir belleği, kurumsal bir çıkarla takas etmekti.
Bu karar, yalnızca fiziksel bir dönüşümü başlatmadı; Doğanbey Mahallesi’nin
taşına, toprağına, çatısına, cumbasına, avlusuna, gövdesine, ruhuna saplanan o
bıçağın sapını da kimin tuttuğunu gösterdi.
Proje 2011 yılında
tamamlandığında, ortaya çıkan manzara şuydu: 23 katlı dev konut blokları,
çevresindeki tarihî yapılarla hiçbir akrabalığı olmayan, göğe yükselmek için
şehrin ruhunu basamak yapan yapılardı. Bu bloklar, betondan oluşan ve geçmişin
üzerine dikilmiş unutuş anıtlarıydı. Bursa’nın tarihi silueti, Ulucami'nin
zarif minaresinden, Muradiye’nin cumbalı taş evlerinden, Tophane’nin sarı sıcak
yamaçlarından oluşuyordu; ama bu siluete şimdi gölgesi bile olmayan yapılar
eklenmişti.
Sahi, neden böyle olmuştu? Doğanbey
evleri onarılamaz mıydı? Bu evler, tıpkı Cumalıkızık’ta olduğu gibi restore
edilemez miydi? Tarihî taş yapılar güçlendirilemez miydi? Avlular, cumbalar,
taş merdivenler, iç avluları, yeniden yaşamla buluşturulamaz mıydı? Mümkündü.
Hatta mümkünden öte, gerekliydi. Çünkü bu evler, geçmişin taşıdığı dilin,
geleneksel yaşamın, komşuluğun, huzurun ve saygının maddi karşılığıydı.
Mahalle adını Osmanlı’nın ilk
yıllarında, Yıldırım Bayezid döneminde yaşamış olan Doğan Bey’den alır. Doğan
Bey’in türbesi hâlâ orada, Fevzi Çakmak Caddesi’nin bir kenarında, Suluki
Camii’nin yakınında, neredeyse unutulmuş bir köşede sessizce durur. Yanından
her gün binlerce insan geçer, ama başını çevirip bakan pek azdır. Bir gün o
türbenin başında dururken fark ettim: geçmişe sırt çeviren bir şehir, kendini
de yitirmeye başlar ve başladı da.
Fomara’da oturduğum bu banktan baktığımda, geçmişle arama örülen duvarların yalnızca betondan ibaret olmadığını anlıyorum. Bu bloklar, anıların önüne çekilmiş kalın perdeler gibi orada duruyor. Doğanbey Mahallesi’nin evlerinin pencere pervazlarına sabahları kuşlar konardı. Komşular camdan cama konuşurdu. Sokakta top koşturan çocukların sesi duyulurdu, şimdi artık o sesler duyulmuyor. Ben unutmadım. Unutmayacağım. Çünkü bu şehrin sokaklarında yalnızca bedenim yürümedi; ruhum da adım adım o taşları ezberlemişti. Doğanbey yıkıldığında, içimden bir şey de onunla birlikte yıkıldı.
Şimdi burada, Fomara’da bir
bankta oturan yalnız ben değilim aslında; bu meydandan geçen insanların
gözlerinde biraz geçmiş, biraz suskunluk var. Kimi alışverişini tamamlamış ellerinde poşetlerle yürürken, kimi düşüncelerine dalmış, kimi aceleyle bir
randevuya koşarken bakmıyor bile arkasındaki yükselen duvarlara. Oysa bu
blokların ardında yalnızca bir bina yıkılmadı; bir mahalle, bir ritim, bir
koku, bir ses düzeni ortadan kalktı. Her gün yanından geçilen, ama artık görülmeyen
o eski evlerin hatırası, aslında hâlâ ayakta. Sadece gözlerin görmeyi unuttuğu
yerde duruyor. Kimse ses etmese de, o dar sokaklarda hâlâ yürünüyor birilerinin
belleğinde. Bazen bir koku, bazen duyulan bir kelime, bazen bir pencereden
süzülen ışık yeniden hatırlatıyor o eski günleri. Bir avludaki yemek kokusu
kalıyor havada, bir çocuk kahkahası kanatlanıyor... Hatırlamayı
seçince beliriyor o evler, belki bir kadın pencere pervazına sardunyaları
diziyor, belki yaşlı bir adam eski evinin avlusunda tespihini çekiyor, belki
bir çocuk top oynuyor hâlâ mahallelerde.
Fotoğraf: https://www.bursadabugun.com/haber/ilber-ortayli-dan-bursa-paylasimi-uzulerek-bakiyorum-1580716.html
alınmıştır.