16 Nisan 2025 Çarşamba

TOLSTOY / İVAN İLYİÇ'İN ÖLÜMÜ ve İNSANI ANLAMANIN EDEBÎ HAFIZASI

 




TOLSTOY / İVAN İLYİÇ'İN ÖLÜMÜ ve  İNSANI ANLAMANIN EDEBÎ HAFIZASI

Tolstoy’un eserlerinde insan karakterleri yalnızca toplumsal rollerine göre çizilmez; onların içsel çatışmaları, düşünsel dönüşümleri, hatta tanrıyla, ölümle ve vicdanla olan münasebetleri eserin merkezine yerleşir.


İvan İlyiç’in Ölümü’nde karakterin dış başarıları sahte bir huzurun temsilidir. Asıl odak, onun ölümle yüzleştiği anda yaşadığı iç çözülme ve yeniden doğuştur.

Tolstoy için insan, dışsal başarılarla tanımlanamaz; onun özü, içinde taşıdığı boşlukta, suskunluğunda, görülmeyen acılarında gizlidir.

Tolstoy’un kahramanları genellikle bir ahlaki kırılma noktasına gelir. Bu kırılma, karakterin kendi yaşamını sorgulamasıyla başlar. Bu sorgulama, Batı edebiyatındaki bireycilikten farklıdır:
Tolstoy’un bireyi, toplumla çatışarak, vicdanla barışarak dönüşür.

‘‘Ya hayatımı yanlış yaşadıysam?’’ diye sorar İvan İlyiç. Bu soru, Tolstoy’un tüm eserlerinde derinleştirilen bir vicdan çığlığıdır.

Tolstoy’un insanı bu kadar doğru anlayabilmesinin sırrı, büyük olaylardan çok gündelik yaşamın sıradan anlarında saklıdır. Bir sofradaki sessizlik, bir perdeyi düzeltmek gibi küçük detaylar, karakterlerin ruh hâllerini büyük fırtınalar gibi açığa çıkarır.

İvan’ın perdenin eğriliğine takılması, aslında kontrol edemediği hayatın küçük bir sembolüdür. Tolstoy’un gücü de tam burada yatar: küçük anları büyük hakikatlere dönüştürür.

Tolstoy için ölüm bazen bir uyanış, bazen de bir kurtuluş kapısıdır.
İvan İlyiç ölürken ışığa doğru çekildiğini hisseder. Bu ışık hem ölümün hem de hakikatin metaforudur. Tolstoy’un Hristiyanlıkla, özellikle ahlaki Hristiyanlıkla kurduğu ilişki, onun karakterlerini ruhani bir düzlemde de değerlendirmesine olanak tanır.

Tolstoy, karakterlerini ne idealize eder ne de yerin dibine sokar. Onları oldukları gibi, tüm zaafları, tüm iyilikleriyle sunar.


Bir insan aynı anda hem bencil hem sevecen olabilir, hem korkak hem inançlı… Tolstoy bu çok katmanlılığı, öyle sahici bir şekilde yansıtır ki, okur kendini neredeyse her karakterde bir parça bulur.

Tolstoy insanı yalnızca gözlemlemez, insanın içindeki karanlıkta yol alır. Onun için edebiyat bir aynadan çok, bir fener gibidir: görünmeyeni aydınlatmak, bastırılanı ortaya çıkarmak, saklanılanı yüzeye çıkarmak için.

İvan İlyiç’in Ölümü adlı kısa romanı, modern insanın büyük bir ustalıkla yazılmış yüzleşmesidir. İvan, başarılı bir yargıçtır. Makul, düzenli, ahlaken sorgulanmayan bir yaşam sürmektedir. Ancak ölüm, o her şeyin yolunda gittiği anda kapısını çalar. Ölümün ayak sesleriyle birlikte, aslında hayatı boyunca ne kadar sahte bir huzur içinde yaşadığını fark eder.

‘‘Ya hayatımı yanlış yaşadıysam?’’ dediği an, okurun yüreğine saplanan bir bıçaktır. Çünkü bu soru, yalnızca İvan’a ait değildir. Her insanın içten içe bildiği ama dile getirmeye cesaret edemediği bir şüphedir.

Tolstoy’un insanı böylesine derinlemesine anlayabilmesinin nedeni, onun hikâyeyi iç dünyanın suskun sokaklarından kurmasıdır. Eşyaya bağlanan, perdenin yamuk duruşuna tahammül edemeyen İvan, hayatın kontrolünü kaybetmekten korkan bir ruhtur. Bu küçük detaylar, Tolstoy’un karakter yaratımındaki büyüsüdür: Sıradan olanın içinde olağanüstü olanı gösterebilmek.

Tolstoy’un kaleminde ölüm bile, bir sorgulamanın başlangıcıdır. İvan İlyiç, hayatı boyunca anlamı dışarıda aramış, statüde, ev düzeninde, makamda. Ama ölüm döşeğinde bulduğu tek şey kendi yalnızlığıdır. Doktorlar tıbbi terimlerle onu avutmaya çalışırken, karısı acısını yüzeysel nazlarla geçiştirirken, sadece hizmetkârı Gerasim onu anlar. Çünkü Gerasim, ölümden korkmayan bir insandır. İçtenliğin, sahiciliğin adıdır. Belki de Tolstoy’un bize anlatmak istediği şey şudur: Hayatı anlamak istiyorsan, korkmadan ölüme bak.

Tolstoy’un kahramanları tıpkı bizim gibi, zaaflarla, çelişkilerle, korkularla yaşar. Belki de bu yüzden böylesine dokunurlar insana. Ne bütünüyle iyi ne de tamamen kötüdürler. İnsan olmanın o inişli çıkışlı yolunu yürürler, tıpkı bizler gibi. Onları okurken, yargılamaktan çok anlama çabası sarar içimizi.

İnsan, ölümle yüzleştiğinde yaşamı ilk kez ciddiye alır. Sahte başarıların, unvanların, zarif döşenmiş evlerin ardında kalan boşluk, ancak bu yüzleşmeyle anlam kazanır.

 

 

Herwıg Wolfram Germenler: Kökenleri ve Roma Dünyasıyla İlişkileri

Herwıg Wolfram Germenler: Kökenleri ve Roma Dünyasıyla İlişkileri  Herwıg Wolfram Germenler: Kökenleri ve Roma Dünyasıyla İlişkileri adlı ki...