Marcel Proust (1871–1922), belleğin doğasını, zamanın
çözülüşünü ve bireyin içsel evrenini eşsiz bir titizlikle ele alan Fransız
yazardır. Tüm hayatını bu seriye adamış, ölümünden önce ilk birkaç cildi
yayımlamış, kalanları ölümünden sonra yayımlanmıştır. Anlatı, otobiyografik
kırılmalarla örülür; Proust’un kendi hayatından yola çıkarak kurguladığı
anlatıcı karakteri, zamanın katmanlarını aşarak geçmişi yeniden kurar.
Proust’un anlatımı, bireyin hafıza aracılığıyla geçmişle
kurduğu ilişkiyi romanın ana yapısı haline getirir. Kitabın merkezinde, zamanın
mutlak çizgiselliği yer almaz; aksine, belleğin devinimiyle zaman yeniden
şekillenir, akış bozulur, içsel dünyada yankılanarak çok katmanlı bir
şiirselliğe dönüşür.
1. Swann’ların Tarafı
İlk ciltte çocukluk, duyumsal deneyim ve belleğin kapıları
açılır. Anlatıcının Combray kasabasındaki çocukluk anıları, bir madeleine
kurabiyesinin çaya batırılmasıyla geri çağrılır. Bu sahne, edebiyat tarihinin
en unutulmaz bellek anlarından biri olarak öne çıkar.
Kitabın ikinci bölümünde, Charles Swann’ın Odette de Crécy
ile olan tutkulu ve aşağılayıcı ilişkisi anlatılır. Swann, burjuva dünyasının
kültürel düşkünlüğüyle aristokrat geçmişi arasında sıkışmış bir figürdür. Aşkı,
saplantıya dönüşür. Bu aşk, toplumsal sınıflar, estetik düşkünlük ve içsel
kırılganlıklarla örülüdür.
2. Çiçek Açmış Genç Kızların Gölgesinde
Bu ciltte anlatıcı Paris ve Balbec’teki yaşamıyla birlikte
ergenlikten gençliğe geçer. Sanatçı duyarlılığı ve estetik algısı gelişir.
Ressam Elstir ve genç kızlardan oluşan bir topluluk –özellikle Albertine– bu
cildin merkezindedir.
Burada zaman yalnızca anlatıcının geçmişi değildir; büyüme,
özlem ve güzelliğin geçiciliğiyle örülü yeni bir boyuttur. Anlatıcının duygusal
arayışları, toplumsal yapılarla ve sınıfsal geçişlerle harmanlanır. Balbec
otelindeki yaz atmosferi, hem mekânsal hem duygusal olarak derin bir dönüşüm
alanı oluşturur.
3. Guermantes Tarafı
Paris aristokrasisinin simgesi olan Guermantes ailesi, bu
cildin ana figürüdür. Anlatıcı, yüksek sosyetenin yüzeysel gösterişiyle içi boş
yapısını gözlemler. Burada toplumsal gözlem ve ironik mesafe ön plana çıkar.
Anlatıcının büyükannesi bu ciltte ölür ve ölüm, anlatının
felsefi bir derinlik kazanmasına neden olur. Belleğin dönüşümleri, artık
geçmişi hatırlanarak kaybın tanıklığına dönüşür. Guermantes salonları, estetik
duyarlık ve yapaylık arasında sıkışan bir dünyanın aynasıdır.
4. Sodom ve Gomorra
Toplumsal yüzeyin altındaki cinsel kimlikler, bu ciltte
büyük bir cesaretle ele alınır. Baron de Charlus’un eşcinselliği, toplumun iki
yüzlü değer yargılarıyla çarpışır. Anlatıcı, aşkı, arzuyu ve gizlenmiş
hayatları gözlemler.
Albertine ile olan ilişki, giderek daha karmaşık ve
sahiplenici hale gelir. Bu cilt, bireysel bir arayışı ve zamanda ahlaki bir
sorgulamayı, bastırılmış arzuların toplum içinde nasıl biçimlendiğini tartışır.
Proust, burada bir gözlemci kimliğiyle çözümleyici bir düşünür olarak karşımıza
çıkar.
5. Mahpus
Anlatıcı Albertine’i evinde tutar; bu durum, aşkın, korkunun
ve kontrolün tezahürüdür. Bu cilt, varlıkla yokluk arasındaki duygusal esareti
ele alır. Albertine evin içinde olsa da ulaşılmazdır.
Anlatıcının içsel monologları yoğunlaşır. Kıskançlık,
belleğin dağınıklığı ve gerçekliğin parçalanışı anlatının ana eksenini
oluşturur. Bu bölümde Albertine’i, anlatıcının nasıl inşa ettiği ön plana
çıkar. Aşk artık bir deneyim olmaktan çıkıp, zihinsel bir kurguya dönüşür.
6. Albertine Kayıp
Albertine’in evden ayrılışı ve ölüm haberiyle anlatı daha
soyut ve melankolik bir biçim alır. Anlatıcı hem kaybın yasını tutar hem de
kaybettiği kişinin ne kadar gerçek olduğunu sorgular.
Belleğin yapıcılığı burada daha belirginleşir. Anlatıcı,
Albertine’i yeniden yaratır, geçmişiyle oynar, onu hem idealize eder hem
küçümser. Aşka yüklenen anlamdır bu cildin ana izleği. Sanatın, kaybı onarma
gücü bu bölümde daha çok hissedilir.
7. Yakalanan Zaman
Son cilt, tüm anlatının felsefi çerçevesini sunar. Zaman,
artık bir düşman ya da kayıp değildir; sanatla yakalanabilir bir şey haline
gelir. Anlatıcı, belleğin ve yazının gücüyle zamanı ‘’yeniden bulur’’.
Bir davette karşılaştığı yaşlanmış dostlarıyla zamanın
izlerini bedenlerde ve davranışlarda görür. Bu çürümüşlük karşısında edebiyat,
tek kurtuluş alanı olarak belirir. Anlatıcı, artık anlatıyı yazmaya karar
verir. Bu metin, yazılmakta olan Kayıp Zamanın İzindedir. Eser, kendi
kendini tamamlayan bir halkaya dönüşür.
Proust’un Kayıp Zamanın İzinde adlı serisi; zamanın,
belleğin, arzunun ve sanatın varoluşsal bir çözümlemesidir. Serinin her cildi,
insan deneyiminin farklı bir yönünü işlerken, sonunda hepsi tek bir hakikatte
birleşir: Zaman, kaybedilmez; doğru bir bakışla ve sanatsal bir dille yeniden
kurulur.