Hakikati Söyleyen Bir Ses: Atatürk’ün Hatıralarından Dersler
Atatürk’ün hatıraları bir liderin
zihnini, değerlerini ve geleceğe bıraktığı dersleri gösteren metinlerdir. Bu
hatıralar, tarihin en kritik anlarında verilmiş kararların ardındaki düşünceyi
ortaya koyar. Onları okumak bugüne ışık tutmak demektir. Yazımda Atatürk
Anlatıyor: Hatıralarım kitabından seçtiğim bölümleri ele alarak, onların
üzerine kendi düşünce ve yorumlarımı ekledim. Amacım, Atatürk’ün sözlerinin
bize bugün de anlam taşıyan birer öğüt olarak seslenebildiğini göstermektir.
Büyük Adam Kimdir?
Atatürk’ün hatıralarından bir kesit, "büyük adam" kavramının ne şekilde tartışıldığını göstermesi açısından dikkate değer bir örnektir. Selanik’te, Hürriyet Meydanı çevresinde toplanılan mekânlardan birinde, Yonyo’nun küçük salonunda gerçekleşen sohbet, dönemin gençlerinin zihnini meşgul eden bir soruya odaklanır: Büyük adam olmak ne anlama gelir?
O geceki sohbet, masayı dolduran
ihtilalci ve vatansever kişilerin coşkulu tartışmalarına sahne olur. Büyük
adamlıktan söz edenler, inkılap yapabilmek için önce büyük adam olmanın
gerektiğini savunur. Onlara göre büyüklük, bir kişisel paye, bir makam yahut
bir itibar kazanımıdır; ardından bu paye ile vatana hizmet edilebilir. Bu
anlayış, kahramanlıkla karışık bir bireysel ihtiras taşır.
Mustafa Kemal ise bu görüşten
ayrılır. Ona göre mesele, büyüklüğü lafla iddia etmek değil, fiilî bir sonuç
ortaya koymaktır. "Bir adam, ki büyük olmaktan bahseder, benim hoşuma gitmez.
Bir adam ki, memleketi kurtarmak için evvela büyük adam olmak lazımdır, ve
bunun için de bir örnek seçer, onun gibi olmadıkça memleketi kurtaramayacağına
inanır, bu adam değildir." Bu söz, büyüklüğün özünü açıklamaktadır: Büyük
adamlık, öncelikle memleketin kurtuluşunu sağlayabilme iradesinde yatar.
Bu noktada iki farklı yaklaşım
belirginleşir. Birincisine göre, evvela büyük adam olmak, sonra memleketi
kurtarmak gerekir. İkincisine göre ise büyük adam lafla değil, eylemle ölçülür;
bir insan, memleketini kurtardığı ölçüde büyüktür. Atatürk’ün işaret ettiği
tercih, ikincisidir. Çünkü şahsi ihtirasla yüceltilen bir büyüklük, hakikatte
içi boş bir iddiadan ibarettir. Gerçek büyüklük, milletin ihtiyaçlarına cevap
verebilmekle ve somut bir sonuç doğurabilmekle mümkündür.
Bu hatıra, Mustafa Kemal’in ilerideki
liderlik anlayışının nüvesidir. Onun gözünde büyüklük, bireysel şöhret ya da
makam peşinde koşma değildir, büyüklük milletin kurtuluşunu sağlayan somut
eylemlerle elde edilir. Bu anlayış, daha sonra hem askerî hem siyasi hayatında
temel bir ölçü olacaktır.
Bir Makalenin Münakaşası
Üzerine
İnsanın yazdığına dönüp bakması,
başkalarının gözünde nasıl göründüğünü öğrenmesi sancılı bir durumdur. Hele ki bu yazı bir başmakale ise, yani bir fikri kamuya açma iddiası
taşıyorsa, eleştiri kaçınılmazdır. İşte kitapta yazılmış olan böyle bir anıya tanık oluruz: Selanik’te
bir gün Cemal Bey, bir gazetede çıkan başmakalesini Mustafa Kemal’e uzatır. "Okudun mu?" diye sorar. "Hayır" cevabını alınca ısrar eder: "Oku."
Okunur. Ve ardından tereddütsüz hüküm verilir: "Alelade bir gazetecinin alelade bir yazısı," demiştir Mustafa Kemal.
Oysa yazı Cemal Bey’e aittir. Cemal Bey'in gururu kırılmıştır, fakat gerçeğin acı
çıplaklığı oradadır. Eleştiri, kimin yazdığına bakmaz. Dostluk ya da yakınlık,
hakikati süslemeye yetmez. Ve Mustafa Kemal'in cevabı daha da keskindir:
"Affedersiniz, bilmiyordum. Yazmamış olmanızı temenni ederdim."
Bu sert sözlerin arkasında bir
hakikat arayışı gizlidir. Çünkü asıl mesele bir yazının değeri değil, yazarı
için taşıdığı heves ve kendini beğendirme çabasıdır. Eleştiriyi yapan dost,
sözünü daha da derinleştirir: Kendi kendini beğendirmek, hele ki fikir işçiliğinde, kuru bir hevesten öteye
geçmez. Büyük görünen ama içi boş yazılar, bir anlık övgü kazandırsa da
kalıcılık getirmez. Oysa hakiki büyüklük, hiç kimseye yaranmaya çalışmadan,
kimseyi aldatmadan, yalnızca memleketin idealine yönelmekte gizlidir.
Bir düşünürün de dediği gibi: "Yalnız yürümeye cesaret eden, hakikatin yolunda dostsuz kalmaya da hazır
olmalıdır." Cemal Bey’e yapılan nasihat de budur aslında: Gününü küçük
övgülerle avutanın geleceği çürüktür. İnsan, vasıtasız ve zayıf görünmeyi kabul
ederek, hatta kimsenin yardım etmeyeceğine inanarak yürümelidir. O zaman önüne
çıkan engeller de aşılır.
Cemal Bey bu sözleri sükûnetle
dinler. Hak verir belki ama kalbinin incinmiş olduğu bellidir. İnsanın kendi
emeğine yöneltilen eleştiriyi sindirmesi kolay değildir. Fakat dostluk bazen
acı sözü söylemeyi, hakikati hatırlatmayı gerektirir.
Gazi Paşa’nın Almanya
Seyahati: Bir Yolculuktan Fazlası
Mustafa Kemal Paşa’nın
Vahdettin’le birlikte yaptığı Almanya seyahati, basit bir diplomatik ziyaretin
ötesinde, tarihin akışını sezdiren işaretler taşır. Trenin İstanbul’dan ayrılıp
Trakya topraklarında ilerlediği sırada Paşa, Vahdettin’in salonuna davet
edilir. Sarayda genellikle içine kapanık duran veliahdın, bu kez gözlerini
genişçe açarak dikkatle dinlemesi ve nutuk atarcasına sözler söylemesi, Mustafa
Kemal için şaşırtıcıdır. Vahdettin, onun Çanakkale’deki başarılarını dile
getirirken, Paşa’nın yalnızca Osmanlı içinde değil, müttefik devletlerin
gözünde de büyük bir komutan olarak tanındığını ortaya koyar. Bu yolculuk
boyunca Mustafa Kemal’in dikkati diplomatik atmosferin ince ayrıntılarına
yönelir; veliahdın serbest tavırları, Almanların titiz karşılamaları ve
imparatorluk protokolü onun gözünde birer ders gibidir. Seyahatin en çarpıcı ânı
Kayzer II. Wilhelm ile karşılaşma sahnesidir. İmparator, Mustafa Kemal’e
Anafartalar’daki başarılarını hatırlatır, ona büyük bir komutan gözüyle hitap
eder. Paşa ise bu iltifatın karşısında tevazu içinde kalır, hatta hitapta küçük
bir hata yaptığını anımsar. Bu sahne, onun insani yönünü, aynı zamanda da
askerî şöhretine rağmen alçakgönüllü tavrını yansıtır. Fakat perde arkasında
daha büyük bir tablo belirir: Vahdettin, gelecekteki saltanat yolculuğunda
Mustafa Kemal’i yanına almak isterken; Almanlar, bu genç ve enerjik komutanı
dikkatle süzer. Mustafa Kemal içinse bu yolculuk, bir gözlem okuludur; ileride
milletin kaderini değiştirecek kararları alırken ihtiyaç duyacağı diplomatik
sezgilerin ilk taşları burada döşenir. Dolayısıyla bu seyahat, Osmanlı’nın son
demlerinde yeni bir liderin doğuşuna işaret eden tarihî bir dönemeçtir.
Cemal Paşa’yla Karşılıklı
Konuşmalar
Hatıratın bu bölümünde Halep’te
Cemal Paşa ile yapılan karşılıklı konuşmalar aktarılır. Görünürde mesele birkaç
cins at ve kısraktır. Satılmak istenir, fakat alıcı bulunamaz; çözüm yolu
olarak Cemal Paşa’ya başvurulur. O ise alışıldık askerî disiplinle cevap verir: "Evvela ... muayene ettireyim." Bu basit gibi duran diyalog, aslında
bir dönemin devlet anlayışını, malın ve servetin nasıl bir askerî kıymete
dönüştüğünü gösterir.
Atatürk bu hatıratta kendisine
yapılan başka bazı tekliflerin çoğunu reddettiğini, çünkü bunları yapanların
ideal sahibi olmadığını söyler. Ona göre, çıkar ve menfaat peşinde koşanlar ne
kadar çok olursa olsun, gerçek bir gaye taşımadıkları için değerli değildirler.
Bu hüküm, dönemin siyasî entrikalarını işaret etmekle kalmaz; aynı zamanda
bireyin kendi iç bağımsızlığını koruma iradesini de ortaya koyar. Çocukluktan
beri yalnızlığı ve özgürlüğü tercih etmiş bir ruh vardır burada. Onun için
itaat, geçmişe dönmektir; reddediş ise haysiyetin korunmasıdır.
Adlon Oteli’nde Bir Karşılıklı
Konuşma
Adlon Oteli’nde geçen bu hatıra,
tarihin yönünü belirleyen o ince çizgilerden biridir. Alman valisi sohbeti Ermeni meselesine getirir;
Ermenilerin iyi niyetinden, Türklerin onlara karşı giriştiği "feci
tecavüzlerden" söz eder. Bu sözler, aslında Avrupa’nın Osmanlı içindeki
hadiseleri tek taraflı ve çıkar merkezli bakışla değerlendirdiğini gösterir.
Tam bu noktada Vahdeddin, gerçeği doğrudan söyleyebilecek birinin yanına
çağrılmasına ihtiyaç duyar. Çünkü karşısında yıllarını cephelerde geçirmiş,
Anadolu’yu karış karış tanımış bir kumandan vardır: Mustafa Kemal Paşa.
Paşa, Alman valisinin sözlerine
karşı, meselenin yalnızca insani bir sorun değil, aynı zamanda siyasî bir dava
olduğunu dile getirir. Ermenilerin Osmanlı toprakları üzerinde hak iddia
ettiklerini, Türk milletine zulmettiklerini, olayların basit bir mağduriyet
anlatısına indirgenemeyeceğini vurgular. Onun sözlerinde, milletin bütünlüğünü
koruma iradesi ve hakikati korkusuzca dile getirme kararlılığı hissedilir. İşte
bu kararlılık, Osmanlı’nın son demlerinde, geleceğin lideri olarak Mustafa
Kemal’i farklı kılan en temel özelliktir.
Hatıranın en çarpıcı tarafı ise, Vahdeddin’in "yanında hakikatleri söyleyecek biri" arayışıdır. Bu davranış şekli, hem dönemin yönetim anlayışını hem de Mustafa Kemal’in kişiliğini açıklayan bir anahtardır. Çünkü Mustafa Kemal hakikati hiçbir tereddüt göstermeden söylemiştir. Bu tavır, ileride milletin kaderini değiştirecek liderliğin ilk işaretlerinden biridir. Adlon Oteli’ndeki bu konuşma bize şunu hatırlatır: Tarihi yapanlar, her şeyden önce hakikati dile getirme cesaretine sahip olanlardır. Mustafa Kemal o gece milletinin gelecekteki bağımsızlık yolunu işaret eden bir ses olmuştur.